Ord.Prof.Dr. A.Süheyl ÜNVER
Kâğıthane. Memleketimizin beş asırdan beri bir mesire ve istirahat yeri. Her asırda bir Kâğıthane yaratmışız. Meselâ onbeşinci asırdaki onaltıncı yüzyılda yok, ama söyleniyor. Bittabi burasının bir Perikles devri diye birçok geçmiş medeniyetlerin zirvelerini hatırlatan bir deyimle Kâğıthanemizin örnek bir onsekizinci asır yaşantısı var O bugünlere kadar dillerde ve gönüllerde yaşamış. Bizim nesil, bunun ancak çok harab ve buna rağmen gününde aranan ve bu perişanlık içinde baharlarda ve yazın bir defa bile olsa mutlaka gidilmek arzusunu gönlünde yaşatırdı. Artık buna elveda. Neden?
Kâğıthane sırtları gecekondularla gayet çirkin ve utanç verir şekilde kaplandı. Yalnız derenin iki tarafı ve eski meşhur şahane çayırlar sahaları kurutuldu. Ne sayede?
Cihet-i askeriyenin iki mühim garnizonu bu sahayı ve dereyi möcip sebeplerle ikiye bölerek askerî bölge yaptılar ve hele buralara yakın ve içine aldığı yamaçlarda ancak devriyelerle gecekondu istilâsını önleyebildiler.
Artık bu sahada hergün adedi azaları kalıntıları olsun sırf merakla dolaşmak da mümkün değildir. Askerî faaliyet sahasına girmediğinden maalesef malûm sebeplerle başıboş bırakılan ok meydanı ve havalisi de yok oldu. Hiç olmazsa oradaki düzünelerle - tam sayısını dahi bilmiyoruz - nişan taşları da ileride başımıza dert açar, düşüncesiyle işgal edenler tarafından yok edildi. Yalnız Kâğıthane derecesi ve çayır çok şükür bundan masun kaldı.
Kâğıthane'de bazı tarihî binaların bugün yerinde kalmaması sebeplerinden biri de ahşap olmalarıdır. Asıl Kâğıthane'de Sultan Aziz devri yapısı Sa'dâbâd Kasrı bu cihetle askerî İstihkâm Okulu garnizonunca yıkılarak yerine bir kârgir bina yapıldı. Fakat Çağlayanlar bu binanın yeninde. Peerişan ve yıkık durumu olsun onarılamadı. Çayırda mevcut çeşmeler, nişan taşları ve diğer binaların da mevcudiyetini artık resimlerden görebileceğiz. Yerlerinde kalabilenler aynen muhafaza edilirse şerefli olur. Bazı ufak tefek onarımlar da utanç vericidir. Bütün eski ve yeni hâtıralarıyla tarihine karışan Kâğıthaneyi ancak böyle derlemelerde bulunabilen ve toplanan resimleriyle bir rehber mahiyetindeki yayınlardan öğrenebileceğiz.
Pek eskilere gidemiyerek ancak iki buçuk asrını bu esercikle canlandırabileceğiz. Bu toplamamızda perişan durumda binalarla dolu Kâğıthane ve Alibeyköy'lerinden bahsetmiyeceğiz. Hele Silahdarağa ve Karaağaç sâhil semti ağaçlarına kadar eskiliğinden hiç bir şey saklamıyor. Asırların ihmâli buraları fakirlerin zevksizliklerine göz yumularak kurban edilmiştir.
Orada Adlî Sultan Mahmud'un «Asâkir-i Mensûre-i Muhammediye» teşkilâtının silah ve cephaneleri için kalın moloz duvarlı depoları durmaktadır. Halen inhisarların muhtelif malları için kullanılmaktadır.
Kâğıthane için kitabeler dahil yazılanlar az değildir. Şâirlerin tavsifi çok ilgi çekicidir. Hele Nedim'in divanı âdeta oradaki gülistanın bülbüllerinden biri gibidir. Kâğıthane'nin birçok ince maceralarını dile getirmiştir.
Kâğıthane hakkında yapılan resimler ve çıkarılan fotoğraflar çok ve çeşitlidir. Hatta yarım asır önce yapılan pullara da ilham vermiştir.
XIX. asır İstanbul nesli Kâğıthane'yi çok yakından tanırlar. Burasını biz XX. asır nesli çok az gezebilmişizdir. Lâkin tarihimize mâlolmuş güzel tarafları çoktur. Artık Kâğıthane'de bir mesire yoktur, gidilemez. Geçmişlerini mümkün olabildiği kadar bu toplama anlatmağa çalışılacaktır. Nelere sahne olduğunu bunda görecek ve okuyabileceğiz.
ESKİ KAĞITHANE
Bizanslılar zamanında da çok sulak olan bu semtte el tezgâhlarında kağıt imâl edildiği rivayet olunur. XV. asırda Türkler de burada kağıt yapmışlardır denir. Bu cihetle oraya Kâğıthane semt ismi olmuştur. İkinci Sultan Bayezid zamanında İstanbul'un başlıca mesirelerinden biri de Kâğıthane'dir. Yavuz Sultan Selim'in nişancısı Tâcizâde Cafer Çelebi meşhur Hevesnâme'sinde İstanbul'un zevk köşelerini sayarken onu şu cümlelerle methediyor :
«Geniş, çepeçevre bir kır. Yanı dağlık. Her taraf çimenler ve güllerle süslenmiş. Geniş gölgeler yapan ağaçlar o kadar sık ki, dallar birbirine girmiş, serv ile şimşad elele tutuşmuş, rüzgâr onların üstünden koşa koşa geçip gidiyor. Ar'ar'daki taze yeşillikleri yaprak sanma. Onlar birer dildir ki bu yere felâket gelmesin diye Allah'a yalvarıyorlar. Çimenlerin arasından bir de ırmak akıyor. Çimendeki güller bi'rer ateş parçasına, lâleler kıvılcımlara benziyor. Güllerle koncalar ırmağın macerasına gizlice gülüşüyorlar. Çünki su ile söğütler arasında eski bir aşk var. Rüzgâr estikçe, o sevgiliyi korumak için, titreyen söğüt dallar hepbirden su üstüne eğiliyorlar.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ZAMANINDA KÂĞITHANE
Kâğıthane Sultan Süleyman asrında da bir mesire yeri. Karaağaç tarafları da meskûn. Orada en güzel çam ağaçları ile dolu ve havuzlu bir bağçede güllü ve bülbüllü Kasr-ı Dilara devrinin devamlı Şeyhü'l-Islâm'ı Ebûs-Suud Efendi’nindir. Çok meşhur ve makbul tefsirini burada istirahate çekildiği zamanlarda yazmıştır. Evliya Çelebi XVII. asırda bu bağçeye gitmiş ve gördüklerini yazmıştır. Evliya Çelebi Ebus-Suud ailesinin rızasıyla bağçenin millete hediye edildiğini ve halka açık tutulduğunu da yazmaktadır. Yani bu taraflar Kanunî zamanında maruftur. Peçevî der ki:
«Sultan Süleyman'ın oğullarının sünnetleri için İstanbul'da At Meydanı’nda, iki defa düğün olmuş. 1 Şevval 936 (1529) dan başlayıp yirminci gününde Şehzadeleri Mustafa, Mehmed ve Selim, Damat ve Sadrazam İbrahim Paşa sarayında sünnet olunmuşlar. Düğünün sonunda Kâğıthane sahrasında at koşuları tertip edilmiştir. Bir de gayet uzun sırık dikilip ve en üstüne bir gümüş tas dolusu altın ok atıcılardan kim önce vurdu ise mükâfat olarak onu almıştır. Sonra yine aynı yerde Lütfi Paşa’nın sedâretinde 5. Zilkade 946 (1539) da yalnız Şehzade Bayezid'in sünneti için azim masrafla 13 gün süren düğün yapılmıştır.
XVI. asırda Kâğıthane ehemmiyetini kaybetmemiştir. III. Sultan Murad zamanında yapılan çeşmelerden birinde Mimar Koca Sinan'ın Tezkiretü'l Bünyân'ını yazan şâir Saî'in dokuz beyitli kitabesi vardır. Son mısraları:
«Saî-i dâî dedi târihini,
Nûş-icân olsun içen müminlere.»
998
Kâğıthane havalisi İstanbul sularının Kırkçeşme ve Turunçlu suları gibi en mühim geçit yerlerinden olduğundan dikkat nazarından kaçmamıştır. Kanunî zamanında Kâğıthane'de bir köşk var. Hükümdar arada gelir, İstanbul su yolları ile yakından ilgilenir. Burası aynı zamanda Biniş Mahallidir. Kanunî, Kâğıthane ilerisinde Kırkçeşme kemerlerini yaptırdığında Hoca Nişancı Bey bu târihi söylemiştir.
«Nişanı fikr ederken bu binanın
sâligarrasın,
Dedi mulhim anın târihini di hayrı
sutanî»2.
Kâğıthane civarında ikinci bir dere daha vardır ki o da Ali Bey deresi adı ile anılır. Burada daha Sa'dâbâd'' dan önce Husrev-âbâd kasrının mevcudiyeti bilinmektedir.
Bu kasır yıkıldıktan sonra arsasında Bizans'dan kalma kadîm eserler bulunduğu görülmüştür. Fakat bu kısım asla Kâğıthane kadar meşhur olamamıştır. Çağlayanların ilerisinde Kâğıthane köyü bulunduğu gibi Alibey deresinin ilerisinde de bütün asırlar boyunca yoğurdu ile meşhur Alibey köyü mevcuttur. Fransızlar her iki dereyi birlikte sayarak bunlara «Les Eaux Douces d'Europe» derler.
Kâğıthane’de düğünler bile tertip edilirdi. Dernek toplantıları sık sık olurdu. Evliya Çelebi kuyumcuların her yıl burada toplantı yaptıklarını,. Padişaha hediye verdiklerini yazar.
VII İNCİ ASIRDA KÂĞITHANE SAFÂLARI
«EVLİYA ÇELEBİ'YE GÖRE»
Recep Ayı başından Ramazan'ın ay'ı görülünceye kadar tam iki ay bu çimenli ve lâleli bahçelerde öyle eğlence ve işretler olmuştur ki, dil ile söylenmesi ve kalemler ile yazılması imkânsızdır.
İstanbul'un bütün âyân ve eşrafı ve mirasyedi hoppa çelebileri bu Kâğıthane kazasında üç bin kadar nakışlı çadırlar «sehabe» ve «Nâmûsiye»ler ile vadiyi süsleyip her gece bütün çadırlar nice kerre bin kandiller, bal ve yağ mumlarla çırağan ederlerdi.
Her gece hanende ve sazende ve mutribler çeşit çeşit mûsikî fasıllariyle1 sabaha kadar bir hây, huy olurdu ki gûyâ «Deccal» çıkmış, denirdi.
Yatsudan sonra nice yüz bin fişenk havaya karışır «Berkiler, bahriler, kelebekler, bedaluçkalar, delice ve gebeşler ve horozlar» adlı çeşitli fişenkler ateşlenür, gûyâ Kâğıthane zeminini nemrûd ateşi içinde bırakırlardı.
Nice «şahî, enikli sarbozan» topları ateşlenerek berr ü semâyı yıldırım sadâsiyle inletirlerdi.
Bu çadırlardan başka Kâğıthane Deresi iki tarafında yedi - sekiz bin çadır, ehram ve kilimden ve «külbei ahzandan» gölgelikler kurup gören Kâğıthane sahrasında asker toplanmış zannederlerdi, iki binden fazla dükkanda yemek ve içmekten başka her kıymetli şey mevcuttu. Kâğıthane Deresi'nde bir çokları da «Şenaver»lik ederdi. Böyle arifler cem'iyyeti hiçbir târihde olmamıştır.»
Evliya Çelebi, Haliç kıyılarının bahçeler, bostanlar, yalılarla süslendiğini ve zamanında nekadar rağbet kazandığını canlı ve renkli lisaniyle meşhur Seyahatname''sinde uzun uzadıya anlatır.
«Kâğıthane'de, bu asırda da lâle var. Evliya Çelebi burada «Lâlezâr Mesîresi»nden bahseder. «Lâle-i Gûnâgûn» Kâğıthane lâlesi olarak meşhur. «Lale vakti burayı görenin aklı perişan olur» der.
Yine Evliyâ'mız der ki :
«Kâğıthane Deresi kenarındaki İmrahor Kasrı dere kenarında ahşap bir binadır. Âl-i Osman padişahlarının atları burada çayırlar. İstanbul âmiri burada oturur. Dünyâda nezîri olmayan bir teferrücgâhdır. Nice azîm çınarları vardır.
Yine derki:
«... Ey gussa vu gamda perişan hatır olan bîçâre, aklını fikrini bitirmiş âvâre. Niçin gam sahrasında mecnûn mahzun olup bu câyı pür havâyi Kâğıthane'ye agâh değilsin. Bu Devlet-i Âl-i Osman zuhur edeli hiç bir teferrücgâhda bu Kâğıthane şadümanlığı gibi bir şadümanlık olmamıştır. Bu îydgâhı görmiyen adam arzda birşey görmüş değildir».
Yine Evliyamıza göre Arap, Acem. Hind, Yemen ve Habeş seyyahları arasında bile rağbette «Benzersiz bir Mesire» olarak kabul ediyorlar.
İstanbul kuyumcuları dahî eski bir âdete uyarak her sene burada toplanıp yirmi gün kalarak türlü eğlencelerle vakit geçirdikleri, güzel eserlerini ortaya koyup, Padişaha hediye ettiklerini yine Evlî'yâ'mızdan öğreniyoruz.
O devirde Kâğıthane'de iki yüz kadar bağçe ve bağlı evler, Daya Hâtûn' un bir mescidi, latif bir hamamı, yirmi kadar'dükkanlı bir çarşısı varmış.
YENİ KAGİTHANEDE SAADABAD'İN KURULUŞU
ÜÇÜNCÜ SULTAN AHMET DEVRİNDE (1703 - 1730)
İstanbul halkının Kâğıthane'ye itibarı senelerce devam etti. Damat İbrahim Paşanın sadâreti hengâmında da Kâğıthane «Tenezzühgâh-ı Hass u Âm olan Mesîre-i dilnişîn-i Hatır Kuşa, bir kişverde nazîri olmayan mevkii behçet afza ve mevzii nüzhet peymâ'dan» madûd idi. Binaenaleyh, İstanbul'un mevki, ve manzara itibariyle mühim noktalarına Neşat Âbâd, Âsâf Âbâd, Husrev Âbâd, Şeref Âbâd, Emn Âbâd gibi kasırlar inşa olunurken Kâğıthane'de de bir kasr inşa edilmesi muvafık olacaktı. Fakat İbrahim Paşa bu kasrın hepsine faik olmasını arzu etti. Harem dâiresi müştemilatiyle pek geniş bir büyüktü.
Esasen Eyüp civarı bu devirde gayet mergûbdu. Bahariye sahilleri muhteşem sultan sarayları ile müzeyyendi. İbrahim Paşa inşaatı daha ilerlere götürmek isterdi.
Fransa ile aramızda sefirler teatisi ile münâsebetler düzeldiğinden Damat İbrahim Paşanın samîmi dostu Fransız elçisi Marguss de Bonnac'ın verdiği plânlar üzerine devrinin muktedir Hâssa Baş Mimarı Mehmed ve mühendislerini bu vazifeye memur etti. Evvel emirde Kâğıthane Deresinin aktığı yeri temizletti. Mimar ve şâir üstadlarla birlikte Kâğıthane'ye gitti. (22 Şaban 1134) «1722».
O gün, yapılacak kasrın ilk temel taşı törenle konuldu. Kâğıthane Kasrının inşası için lüzumu olan malzeme pek kolay tedarik edildi. Dosyaları, herşeyde olduğu gibi, defteri hâlen Başvekâlet Arşivindedir.
O sırada Çengel köyünde, Kuleli Bağçe, Sultan Süleyman zamanındaki şöhretini kaybetmişti. Bağçedeki kule yıkılmış, harap bir hâle gelmişti. İbrahim Paşa, Kuleli Bağçe'deki traş edilmiş mermerleri çektiri sefineleri ile Kâğıthâneye getirtdi.
Kasrın mümkün mertebe süratle inşâsı için mimarlar, taşçılar, amele, toplattı. Kâğıthane Deresinin eski mecrasını değiştirtti. Dere Bahariye sahillerini ta'kib ediyordu. İbrahim Paşa Hamberahâne tarafından da eski mecradan daha geniş ve muntazam bir mecra açtırdı.
Hamberahâne'den sekiz yüz zira, mesafeye kadar iki tarafı mermer rıhtımlarla düzeltti. Şehrin kenarına otuz sütun dikildi. Bu sütunların üzerine bir Kasr-ı Hümâyûn inşâ edildi.
Kasrın önüne çağlayanın aktardığı su ile dolacak gayet cesîm bir havuz yapıldı. Nehrin havuza döküleceği mahalde cesîm sedler, mermer teknelerle çağlayanlar vücude getirildi. Kâğıthane Köyü Hurrem Âbâd diye anılırdı. Oraya bir mermer çağlayan kondu.
Bu devirde'Karaağaç Bağçesi' mamurdu. Üçüncü Sultan Ahmed ekseriya bu bağçede vakit geçirirdi. İbrahim Paşa, Karaağaç Bağçesi'ne gelen suyu borularla mermer sedden Kasr-ı Hümâyûn'un beri tarafına geçirtti. Cesîm havuzun ortasına yapılan ejder ağızlı fıskiyenin suyunu bu suretle temin etti. Havuzun içinde ayrıca iki fıskiye, nehrin kenarına da iki çeşme yapıldı.
Kâğıthane Kasrı ve havuzları bu suretle inşâ edildikten sonra, Kasırdan Baruthaneye kadar dere kenarına yalı tarzında köşkler, ayrıca hamamları havî bir harem dâiresi inşa edildi. Amele gece gündüz çalışıyorlardı. O suretle ki, bukadar inşaat, sırf İbrahim Paşanın gayretiyle altmış günde hitam buldu. Bu sür'ate herkes, hatta Nedim bile hayret ediyor.
«Çend mâh içre bu denlû eseri
vâlânın,
Hele bilmem nice tecviz olunur
imkânı.»
diyordu. Kâğıthane kasrının itmamı, şâirlere lâtif bir sermaye teşkil etti. Kasrın itmamına târihler söyleniyor, Sadrıa'zam İbrahim Paşaya takdim ediliyordu. Fakat İbrahim Paşa bu güzide eserinin itmam tarihini hiçbir şâire bırakmadı; bizzat kendi :
«Mübarek ola Sultan Ahmed'e devletle Sa'dâbâd»
târihiyle bu muallâ kasra «Sa'd Âbad» nâmını verdi. Artık kasrın her kısmında, köprülere, havuzlara, hap şairane olmak üzere, birer ad konuluyor. Edebiyatta olduğu gibi, bu tesmiyelerde bile İran tesiri kendini gösteriyordu.
Gerek Sa'd Âbâd'daki kasırlar, gerek dere üzerindeki köprüler, civardaki tekyeler, hep şairane isimlerle tevsîm ediliyordu : Kasr-ı Neşâd, Kas-ı Ci'nân, Çeşme-i Nûr, Hurrem Âbâd, Cesr-i Sürür, Cedvel-i Sîm, Cesr-i Nûr ânı, Hayr Âbâd, Nev Peyda gibi isimler, pür sükûn sular üzerinde, yeşil çınarlar altında, Sa'd Âbâd ve teferruatını teşkil eden kasırlara, köprülere ve tekyelere verilen namlardır.
İbrahim Paşa Sa'd Âbâd'ı inşâ ettirdikten sonra, küşad resmi parlak bir surette icra edildi. 27 Şevval 1134 (1722).
O gün kasrın iki tarafına müzeyyen ve muhteşem otaklar, Kumbarahâne civarına sırma işlemeli çadırlar kuruldu.III. Sultan Ahmed parlak bir alayla Sa'dâbâd'ı teşrif etti.
Küşâd resminde devlet erkânı hemen kamilen hazır idi. Onlara ziyafetler verildi. At koşuları yaptırıldı. Koşuda kazananlara «öndil namına kumaşlar», altunlar verildi. Aynı ve Samsun güreşleri seyredildi. Atlı cirid, Piyade koşuları tertib olundu. Akşamlara kadar ziyafetler, oyunlar verildi. Devlet erkânına serâser kaplı erkân kürkler ihsan olundu.
Ogün Damad İbrahim Paşa için şanlı bir muvaffakiyet günü idi. Padişahın Kâğıthane'yi teşrifi şâirler tarafından tebcîl ediliyordu :
«Ey şehinşâh-ı cihan lütfunla Sa'dabad'ı çok
Eyleyip teşrif verdin taze revnak sânına
Lâlezârın da acayip şevki var hasrettedir
Ol da yüz sürmek diler Hünkârımın dâmânına
Çünkü Sa'dâbâdı seyrettin Şehinşâha buyur
İzz u devletle çırâğânm dahî seyrânına.»
Sa'dâbâd civarı az zamanda şenlenmişti. Derenin iki sahili zarif ve beyaz kökşlerle dolmuştu. Bu köşkler hep saray erkanının idi. XIV. Louis'nin (Versailles) ine Sa'dâbâd adeta nazire teşkil ediyordu.
Fransa sefirinin Padişah'a takdim ettiği kırk kadar portakal ağacı, koyu yeşil, parlak yapraklariyle büyük saksılar içinde Sa'dâbâd'ın kıymetdar mü zeyyenâtını teşkil ediyordu.
Sa'dâbâd'ın inşâsı mühim bir hadise idi. Sefirler kırallarına yazdıkları raporlarda bu mualla kasırdan bahsettikleri gibi Paris'de intişar eden Merkür gazetesi bile Sa'dâbâd'ın tasviri hakkında İstanbul'dan gönderilen bir mektubu derc ediyordu. Fakat bütün bu tasvirler içinde en güzidesi yine millî şâirlerimizin eserleri idi1.
Kâğıthane'nin en güzel târihlerinden biri Şâir Neyli dîvânındadır.
SÂDÂBÂD MI, SÂÂBÂD MI?
Lûgât-ı Târihiyye ve Coğrafiyye'de şöyle bir kayıt vardır :
«Dersaadet'de Kâğıthane mesiresine Sâdâbâd tesmiyesi sahih değildir. Sahihi Saîd Âbâd'tır. Zîra Kâğıthane'yi ve çağlayanları sard-ı esbâk Sait Paşa 1740' 1153 târihinde Fransa'da gördüğü «Versailles» çağlayanlarına taklîden yaptırmış ve onun namına nisbetle şöhret bulmuştu».
Muhakkak ki, böyle «Said-Âbâd» lâfzını ancak bu kayıttan öğreniyoruz. Taa Sultan III. Ahmed zamanında burası «Sâdâbâd» diye anılmakda. Devrin şâiri Nedim de «Sâîdâbâd» demektedir.
28 Çelebi Mehmet Efendi Paris'e sefaretle gönderildiğinde refakatinde bulunan oğlu Said Paşa ile birlikde Versailles'i de görmüşler ve avdetlerinde bunu hikâye etmişlerdir. Her devirde târihimizde gözden kaçmayan gizli kıskançlıklar burasının «Sâîdâbâd» olarak adlandırılmasına mâni. Sonra 1153 târihi de doğru değildir. Başka hiç bir kaynakta da «Sâîd-âbâd» tesmiyesi işitilmemiştir.
III. SULTAN AHMED ZAMANINDAKÂĞITHANE SA'DÂBÂD
«Bak İstanbul'un şu Sa'dâbâd-ı nevbünyânına
Âdemin canlar katar âb u havası cânma
Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir âlemin
Pûştüpâ urmaktasın İran'ına Turan'ına»
(Nedim)
Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Mecmuasında Sa'dâbâd'a şöyle diyor: «Saadetin ma'mûr eylediği mahal yani bir nuhûsetsiz ve seâdetli mahal olmakla ânın te'sîri imâr edilmesine sebeb olmuştur».
28 Çelebi Mehmed Efendi'nin Paris'den getirdiği Marly Şatosu plânı günün birinde çabuk ve gayret verecek bir surette İstanbul'un en gönül alıcı mevki'lerinden birine, Kâğıthane vadisine naklolundu.
Kâğıthane'nin o gönül açıcı vadisi, tepelerine kadar birkaç hafta içinde kamilen köşklerle örtüldü. Padişah'ın kurdurduğu o muhteşem binanın yanıbaşında sarayın ileri gelen memurları tarafından altun yaldızlı, yahud boyalı tahtalarla inşâ etttirilmiş köşkler yükseldi. Artık baş vurmadıkları ziynet yoktu.
«Topcubaşı» kapısının üstüne tunç renginde ağaçtan yapılmış bir top koyuyor. «Şahinlik Zabitleri» evlerinin üzerine kuşlar koyduruyorlardı.
«Kaptan Paşa» ya gelince o da delhizini, içerisinden top atılan bir «çektirme» ile süslemişti.
Çayırın ortasında sakin sakin akan küçük derenin sahilleri beyaz mermerlerle döşenmiş olduğu gibi bu su kanalının iki sahili arasında geçmeyi köprüler temin ediyordu.
Versay'a olan benzerliği tamamlamak için Fransız sefiri Padişah'a kırk dane portakal ağacı vermiş, o da kendisine âid köşkün etrafına sandıklarla beraber koydurmuştu.
Bu suretle şekli ve görünüşü değişen Kâğıthane Üçüncü Sultan Ahmed'in o kadar hoşuna gitti ki ismini değiştirmeğe karar verdi. Kâğıthane yerine o günden itibaren «Sa'dâbâd» denilmeğe başlandı.
Artık şâirlere târihler söyleme sırası gelmişti. İbrahim Paşa en başta «Mübarek ola Sultan Ahmed'e devletle Sa'dâbâd» târihini söylemişti.
Bunu pek çok kasideler, şarkılar ve târihler ta'kib etmişti.
Bugün bu sarayın bütün iç taksimat ve teferruatını, Padişah'ın fevkani dâiresini, velhasıl her tarafını resimsiz olarak bilmekteyiz. Topkapı Sarayı'ndaki Üçüncü Sultan Ahmed'in kalabilen odalarından Sa'dâbâd Kasrı tezyinatı ve mimarisi hakkında tamamlayıcı bilgilere sahibiz.
Sa'dâbâd'ı korumak için birkaç hafta yettiği halde ismini ve orasını da yok etmek için de birkaç saat kâfi geldi. Ânî ihtilallerden birinde Sultan tahtından indirildi. Bir insansızlık sürüsü arkalarında harabeden başka bir şey bırakmıyarak Kâğıthane vadisinden geçti.
Bu faciadan kısa bir zaman önce Damad İbrahim Pasa'nın balık avına gittiği ve bir balığın sandalına atladığı söylenir. Bunun üzerine paşa : «İkbalimiz galiba sona erdi», demiş. Şark'ta insanların en fena yorumları ile kendilerine yaptıklarının acı misâllerinden biridir.
KÂĞITHANE KÖŞKLERİ
Eskidenberi sembolik bir değeri olan XV inci asrın sonlarında başlayan Kâğıthane'nin zaman zaman ve çok defa mahdud ölçüde devam eden hayatı Üçüncü Sultan Ahmed zamanında daha câzib bir hâl almıştır. Yalnız bir sultanın sevdiği bu yerde vücude getirilen çağlayan yanındaki kasrı bu güzel yeri şenlendirmeğe kâfi gelmediği için devlet ve ordu ve saray erkânından 200 kadar zâte dere kenarında arsalar gösterilmiştir. Onlar da hükümdarın bu lutfuna teşekkür edip bir çok masrafa girerek birbirinden a'la mükellef kasırlar yaptırmışlar Bu suretle Kâğıthane Deresinin eski boş kıyılarını canlandırmışlar ve süslemişlerdir.
Bu köşklerin sayısı 60 ile 120 arasındadır derler. Birer büyük salon ve iki aralıktan başka müştemilâtı yoktur. Fakat birşey yaptırmayıp da bir sayeban denen çadırlı bir gölgeliği olanlar da bu meyana dahildir.
Bir yerde bunlara (bahariye köşkü) de deniliyor.
Bu köşk ananeleri beşyüz senedir İstanbul'da vardır. Bunlar bağ köşkleri tek ve büyükçe bir odadır. XV inci asırdakilerden mevcud bir bina hatırlamıyoruz. Amma Çinili Köşk mevcuddu diyebiliriz.
XVI ıncı asırdakilerin kârgir olanlardan biri İstanbul haricinde Bakırköy kara taraflarında halen Bakırköyü akıl ve sinir hastahanesi hizasında arkada Siyavuş Paşa çiftliğinde bir havuz ortasında ufak bir yatak odası ve bir büyükçe kubbeli bir salondan ve bir de ayakyolundan ibarettir. Emsallerinden birşey kalmamıştır.
Gülhâne'ye karşı deniz kenarında surun üzerinde İncili Köşk (Sinan Paşa) resimlerinden beğendiğimiz hatıralardan biridir. Bunlarda kalınmaz. Birkaç saat oturulabilir. Bu kabil müstakil odalara geçen asırda ve kısmen bu asrın başlarında Boğaziçi'nde Leb-i Deryada yalılar da epiy yapılmıştır. Adeta Boğaziçi ve Haliç yalılarında ve bilhassa Haliç'te Aynalı Kavak sahil sarayında bir an'ane halini alacak kadar yer etmiştir.
XVII inci asrın yegâne hatırası sonlarına doğru Sadrıa'zam Amcazade Hüseyin Paşa'nın herhalde yalısı bahçesindeki salondur. Yegâne ahşap ve devrin klasik süsleriyle harikulade bir odadır. Bunlarda günlerle yatılmaz, ve haremin de bulunduğu sayfiyeler değildir.
İşte bu an'ane XVIII inci asırda devam ediyor. Topkapı Sarayı'nda. kârgirlerinden birkaç örnek vardır. Boğaz içinde küçük çapta âbâdlar da bunlara misâl gösterilebilir. Bunların ahşap olanlarından birkaçı Topkapı Sarayı bağçesinde gösterilebilir. İstanbul taraflarında bağlarda ahşap olanlarından birkaçı Topkapı Sarayı bağçesinde gösterilebilir. Hele Kâğıthane'dekilerden bir eser dahi kalmamıştır.
Yalnız III Sultan Ahmed zamanında sünnet düğünlerinden birisini resimleyen ressam Levni, şâir Vehbî'nin Surnâme'sinde esnaf geçit resmi esnasında köşk yapıcılarının maketleri arasında sırf böyle bir iki odalı tenezzüh kasırlarından dokuz kadarının maketleri görülmektedeir. Ve bu, kasırlar hakkında fikir vermektedir.
Kâğıthane'de bunlar dere kenarlarına veya yakınındaki hakim tepelerin eteklerinde birbirine benzememek şartiyle mevcut olanlar hakkında bu maketler emsalsiz birer örnektir. III. Sultan Ahmed zamanında Sa'dâbâd bahsinde birkaçı ve verilen isimleri hakkında bilgi verilmiştir. Süslenmeleri mîmârî şekilleri gibi çok değişiktir. En azından yüz kadar olan bu güzel ve küçük olduğu kadar da zarif köşkler ve yalılar herhalde harikulade parçalardı.
İşte bunlar ihtilal sonunda yıktırılmıştır. İzzi Târihi bunları; «Reziller ve sefiller üç günde yıkmıştır» diyor. Ama bir müddet sonra I. Sultan Mahmud zamanında kısmen ihya edilmiştir denmekte ise de târihte medenî yaşayışımızın bu yarım asırlık devrinin hatıraları maalesef bir yerde resimleri ile geçememiştir. Bahçelerimizde böyle ufak ve müstakil yerler her devrimizde mevcuttu. Bunların sahipleri belirli günlerde dostları ile giderler birkaç saat kalırlar beraberlerinde gönderilen yemeklerle yarım gün olsun eğlenirlerdi...
III SULTAN SELİM ve ADLİ MAHMU ZAMANLARINDA KÂĞITHANE
Kâğıthane'de III. Sultan Ahmed zamanından kalan ve sonra I. Sultan Mahmud zamanında da onarımına itina olunan Sâdâbâd sarayı III. Sultan Selim'in himmetiyle 1206 (1791 - 92) de yenilenmiş ve padişah 8 Zilkade 1207 (1793) de giderek dokuz gün ve gece burada kalmıştır. Bu devri gösteren birkaç resim elimizdedir. Tavsifleri bunlardan yapılabilir.
Ayni zamanda at koşuları da bu târihlerde meşhurdur.
Sultan 1803 de burada yeni bar tamir daha yaptırmıştır. Usulen bu gibi kasırlar hazırlanan keşif defterleri mucibince hemen her sene ilerde daha büyük işler açmasın diye ufak tefek tamirlere sahne olmuştur. Bu eski kasırlar ve saraylarımızın bakım ve muhafazaları an'anesinden geliyor.
1809 da Adlî Sultan Mahmud Çağlayanları, sarayları ve hepsi «resm-i cedîd üzerinde yapılmış ve süslenmiştir.» Yine harem dâiresi ve Hünkâr Köşkü'nü de ihtiva ediyor. Haremin bir kısım odaları dere üstüne bakmaktadır, bir kısım odaları da orta yerde geniş avluya nazırdır.
Haremle, harem ağalarına mahsus koğuş arasında «Su üzerindeki fevkani oda» bulunmaktadır. Yanında bir hamam, dere üstünde bir oda, bir setli sofa, ayrıca odalar yer almıştır. Diğer bütün odaların veçheleri sayıları ile malûmdur.
III. SULTAN SELİM ZAMANINDA EYÜP SULTAN VE KARAAĞAÇ YALILARI
Evi bir san'at müzesi hâlinde olan Şurayı Devlet azasından Keçecizâde Sadrıa'zam Fuat Paşa'nın torunu Reşat Fuat Bey ile 1919 -1920 yılları arasında sık sık teşerrüf eder ve bu san'at sever zâtin lavhalarından arzu ettiklerini tezhîb eylerdim. Bu cihetle sohbetlerinde bulunur ve Rahmetli Babam'dan görerek Ressam Ali Rıza Bey Hoca'mdan tekemmül ettirerek devam ettiğim bir usul ile söylediklerini not ederdim.
Birgün dedi ki : «Üçüncü Sultan Selim Boğazda ve Halic'in iki sahili önünden geçerken arkasında oturan baş muhafızı Bostancıbaşı'ya, bu kimin yalısı Bu ne camii? Burası ne iskelesi? diye sorarmış. Bostancıbaşı bunları nereden bilsin. Emrederek Boğaziçi ve Haliç sahillerinde neler varsa sıra ile yazdırmış; tezhîb ettirerek cildlettirmiş. Sultan sordukça bulundukları yerin sahifesinden okur, filan kulunuzun yalısı, filan cami', filan iskele... diye cevabını verirmiş.
İşte buna «Bostancıbaşı Risalesi» derler.
Reşat Fuat Bey merhumdan Ali Emiri Efendi istiyerek bizzat istinsah etmiş. Hâlen kütüphânesindedir. Ben de rahmetli Osman Ergin dostumdan bir suretini almıştım. İşte Eyüp Sultan ve Karaağaç yalıları kısmını buraya sıralariyle alıyorum.
Eyüp Sultan iskelesinden Bahariyeye sıra ile :
— Cebeci Halîfesi yetimlerinin yalısı,
— Bekirağa Zade Yalısı,
— Sabık îmam-ı Sanı Efendi Yalısı,
— Kayıkhane,
— Bostan İskelesi,
— Valde Sultan Yalısı,
— Esma Sultan Yalısı,
— Esma Sültan'ın Hançerli Yalısı,
— Şâh Sultan İskelesi,
— Şâh Sultan Tekkesi,
— İbrahim Han Zade Halil Bey Yalısı,
— Üçler İmamı Yalısı,
— Mütevelli Kadın Yalısı,
— Eyüp Mollası Ali Efendi Yalısı,
— Hacı Osman Efendi Yalısı,
— Bahariye Saray-ı Hümâyûn'u.
Karaağaçtan Sütlüceye sıra ile:
— Karaağaç Saray-ı Hümâyûn'u,
— İbrahim Hanzâde Bey Yalısı,
— Zuamâdan Bahiri Efendi Yalısı
— Südlüce İskelesi.
SÂDÂBÂD CAMİİ ve SÂDÂBÂD
Banisi sultanın damadı ve Sâdrıâzam’ı Nevşehirli İbrahim Paşadır ki 13 sene bu makamda kalmış ve şehzadelerin sünneti için muazzam bir düğün yapılmıştır. 1132 Zilkadesinde (1720) Okmeydanında 15 gün ve gece devam eden bu düğünde Süleyman, Mehmed, Mustafa ve Bayezid adında dört şehzade sünnet edilmiştir. Sâdâbâd'da Damat İbrahim Paşa gayreti ile bitirilmiş, vezirler, âlimler, devlet ve asker erkânı davet edilip ziyafet verilmiştir.
Sâdâbâd Camii 1135 (1723) de minare ve minberiyle tamamlanmıştır.
15 Rebiülevvel 1143 (1730) da Patrona ve Misli ihtilalinde devlet büyüklerinin Sâdâbâd'da yaptırdıkları 120 kasır yıktırılmıştır.
Lâkin III. Sultan Ahmed Sâdâbâdını ihtilalcileri ortadan kaldırdıktan sonra I. Sultan Mahmud ihyaya gayret ettiyse de 1206 (1791-92) de II. Sultan Selim himmetiyle yenilenmiş. 1224 (1809) de Adlî Sultan Mahmud emriyle çağlayanlar, kasırlar, saray ve güzel tarzda minâresiyle camii yenilenmiş hatip ve müezzinler tayin olunmuş bir vaaz «dînî konferans» kürsüsü konmuş ve beş gün kadar oturmuş ise de saraya mensup bir cücenin havuzda boğulması ve bir cariyenin de ölümü üzerine dönülmüştür.
«1234 (1818) Adlî Sultan Mahmud birgün atla Çırağan yalısından Yıldız Köşküne gelmiş ve orada durmadan yola revan, dağları ve sahraları Mehterhâne dinleyerek geçilmesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder