"Alman
ordusunda çürüğe çıkarılan büyük çaplı mavzerlerin yine Mahmud Şevket'çe
alındığını, bunla- rın mükerrer ateşli olarak işe yaramadığı anlaşılınca, Sultan Hamid'çe küçük çaplılarla tebdil ettirildiğini
'mübayaat-ı mekel edilen (yani bu
alışverişten beslenen, çıkar sağlayan) zevatın başında Paşa'nın bulunduğunu,
onlarca sipariş edilen fişenklerin bir çoğunun çatlak, bazan da toprak haline gelmiş
barutla dolu olduğunun Müşir Fuad Paşa nezaretinde Kağıdhane poligonunda icra edilen atışlarla sabit olduğunu" yazmakta ve
"Böyle silah ve cephanelerle düşman karşısına sevkedilen askerin hali faciadır."
demektedir. Bu izahata göre, Mahmud Şevket, ciddi
bir suiistimal isnadıyle itharn ediliyor demektir. Reşid Bey, askerin elbise, palaska, çanta, fişenklik gibi
techizatında da yolsuzluk yapıldığını söylemektedir. Bu
ithamlar pek fecidir ve mağlübiyetin bir başka sebebine
işaret etmektedir. (ZİYA NUR AKSUN -OSMANLI TARİHİ-CİLT 6-SH 39)
|
4 Kasım 2012 Pazar
kağıthane poligonu
11 Eylül 2012 Salı
oSMANLI PAPARAZZİLERİ:MİNYATÜRCÜLER
Gazetenin, televizyonun ve
fotoğrafın olmadığı devirlerde yaşanan düğün, dernek, kutlama ve sünnet gibi
olaylar günümüze 'Surname' adı verilen minyatürlü şenlik kitapları sayesinde
geldi. Osmanlı Edebiyatı alanında bugün Türk üniversitelerinin 'en kıdemli'
öğretim üyesi olan Prof. Dr. Günay Kut en ünlü 'surname'leri anlatıyor Türk
edebiyatının en canlı ve en ilginç örnekleri olan 'Surname' adını taşıyan
kitaplar, geleneksel değerlerinin yanısıra geçmişi bugüne taşımaları bakımından
da büyük önem taşırlar. 'Sur' Farsça
'düğün', 'náme' de kitap anlamına gelirdi. Padişahların kızlarını
evlendirmeleri veya şehzadelerini sünnet ettirmeleri 'sur' denilen bu büyük
şenliklerle yapılır, şenlikler sırasında günler süren sayısız eğlenceler
düzenlenir ve ziyafetler verilirdi. Şenlikler kimi zaman hükümdarının emriyle
bazen de sanatçılar tarafından gönüllü olarak en ince ayrıntıları bile
kaydedilerek düzyazı veya şiir şeklinde káğıda dökülür, ortaya çıkan bu eser
'surname' adını alırdı. Geçmişin şenlikleri bugüne işte bu surnameler sayesinde
ulaştı.
ÇANAK YAĞMASI
'Sur emini' denilen düğün
sorumlusu herşeyin başında bulunur, hazırlıklar ve iş dağılımı hiçbir şekilde
aksamazdı. Düğün hazırlıkları bir yıl öncesinden başlar, ilk iş olarak mutfak
eşyaları, kap-kacak, çini tabak, bardak, sini, kaşık, kazan gibi malzemeler
satın alınırdı. 16.-18.yüzyıl arasında kullanılan tabaklar İznik'ten
ısmarlanırken 19.yüzyılda yaşanan batı etkisiyle Saksonya çinileri kullanılır
oldu. İstanbul'da yapılan şenlikler genellikle o zamanlarda 'Atmeydanı' denilen
şimdiğin Sultanahmet Meydanı'nda ve bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak
kullanılan İbrahim Paşa Sarayı'nın önünde yapılırdı. Kutlamaların ve düğün alaylarının Kağıthane, Dolmabahçe
ve Okmeydanı'nda düzenlendiği de olurdu. 1675 tarihinde yapılan sünnet ve düğün
şenlikleri ise Edirne'de yapıldı.Surnamelerde şenlikler ayrıntılarıyla
anlatılırdı. Eğlenceler, fişek gösterileri, hediyelerin nitelikleriyle
özellikleri ve kimler tarafından verildikleri ve yabancı misafirler gibi
detayların bugün bütün yönleriyle bilinmesi, bu eserler sayesindedir.Halk için
verilen ziyafete 'çanak yağması' veya 'umum ziyafeti' denirdi. Meydana dizilen
çanaklarda geleneksel yemekler yani pilav, et ve zerde ikram edilir, kadın-
erkek, genç-yaşlı binlerce kişi çanaklardaki yemekleri yedikleri sırada çıkan
kargaşalar düğünün düzenini korumakla görevli olan tulumbacılar tarafından
yatıştırılırdı. Üst düzey davetliler, çanak yağmasını çadırlarından
seyrederlerdi.
HEPSİ TARİHE GEÇTİ Büyük düğünlerle ilgili bilgilere sadece
surnamelerde değil, bazı Peçevi ve Raşid gibi bazı tarih kitaplarında da
rastlanır. Son derece debdebeli ve tantanalı olan 'sur' geleneği bir yerde
sarayın halka inmesi ve sokaktaki insanı kucaklamasıdır. Binlerce halk
çocuğunun şenlikler sırasında sünnet ettirilmesi, halk için ziyafetler
verilmesi ve fakirlerin evlerine tepsilerle yemekler gönderilmesi de bu hedefe
yöneliktir.
150 DOKTORLU SARAY SÜNNETİ Osmanlı düğünlerinin en uzunu 1582'de 3.
Murad'ın oğlu 3. Mehmed için yapıldı ve 52 gün 52 gece devam eden şenlikler
surnamelerde gün gün anlatıldı. Bu surnamelerin en ünlüsü, devrin tanınmış
tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali'nin vermiş olduğu şiir şeklindeki eserdi.
'İntizam' adlı yazarın 3.
Murad'ın emriyle hazırladığı bir diğer Surname ise, Nakkaş Osman ve ekibi
tarafından 427'si halen elimizde bulunan 500 adet minyatürle süslendi. 1582
düğünü bu eser sayesinde törenleriyle, yemek sofralarıyla ve eğlencelerinin
bütün ayrıntılarıyla muhteşem bir kitap halinde bugüne ulaştı. Eser halen
Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığında saklanıyor.
Kaynak:
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/ozel/turk/99/10/18/ozehab/13oze.htm
* * *
GELENBEVİ İSMAİL
1730
yılında Manisa ilimiz’in Kırkağaç ilçesi Gelenbe bucağında doğdu. İlk
öğrenimini müderris olan babasının yardımıyla yaptı. Daha sonra İstanbul’a
gelerek zamanın ünlü bilgini olan Mehmet Emin Efendi den ders aldı. 1763
yılında müderris olma hakkı tanındı ise’de hocasından ders almayı sürdürdü.
Bilim alanındaki çalışmalarının önemi, yapıtlarıyla kanıtlanan İsmail
Gelenbevî; özellikle matematikte güçlü bilgisiyle tanınır. Cebir, Geometri,
mantık, felsefe konularında 30’dan fazla kitap yazmıştır. Logaritmanın
bulunuşuyla kullanılışını Türklere tanıtan ilk bilim adamımızdır. Kağıthane’de Sultan III. Selim’in hazır
bulunduğu bir top atışları talimi sırasında hedefler gerektiği gibi isabet
edilemiyordu. İsmail Gelenbevî toplardaki açı yanılmalarını matematik yöntemleriyle
çözdü ve onun bu başarısı Osmanlı Sultanı III. Selim’in takdirleriyle
karşılandı. Yaşadığı dönemde İstanbul’a gelen bir Fransız bilgini Babı
Âli’ye gelerek bir logaritma çizelgesi sunar ve belirtildiğine göre Osmanlılar
arasında bunu bilen bir kimsenin olmadığını üstü kapalı olarak anlatmaya çalışır.
Bunun üzerine Babı Âli'’dekiler Fransız bilginini İsmail Gelenbevî’ye
yollarlar. Fransız bilgini Gelenbevî’ye bu konudaki bilgisini sorar. Bunu
cevaplamasını ister. Gelenbevî az zaman ister ve Fransız bilgini tekrar
geldiğinde kendisine logaritma çizelgesiyle ilgili olarak hazırladığı küçük bir
kitap verir. İki bölümden oluşan bu kitabise birinci bölümünde logaritma
çizelgesini bulundurmakta ikinci bölümündeise logaritmanın kullanılışı
anlatılmaktadır. Bu durum karşısında Fransız bilgini hayrete düşer ve İsmail
Gelenbevî’ yi kutlar ve ona büyük saygı duyar. Gelenbevî hayatının son
zamanlarında bahriye (denizcilik) okulunda matematik dersleri verdi. Hatta
Bursa ilimiz’in Yenişheir ilçesine bağlı Fener’de kadılık yaptı. Bir yıl ancak
yürütebildiği bu görevi esnasında amansız yakalandığı bir hastalık sonucu 1791
yılında Fener’de hayata gözlerini yumdu.
22 Ağustos 2012 Çarşamba
1922 Kağıthane mitingi
1921 1 Mayıs gösterilerini TSF düzenlerken, 1922 yılında 1 Mayıs, TİÇSF(Türkiye Sosyalist İşçi-Köylü Sosyalist Fırkası) ve TSF’nin de içinde bulunduğu 1 Mayıs Komisyonu’nca düzenlenmiştir.Şefik Hüsnü, 1 Mayıs 1922’de 6000 işçinin katıldığı belirtilen Kağıthane mitinginde “içinde yaşanılan cemiyetin çürük temeller üzerine kurulduğunu” ve “temelden değişme ameliyesi yapılmadıkça bunun düzelmeyeceğini” belirttiği konuşmasında devamla şunları ifade etmiştir:
Yoldaşlar! Bu zorunlu hareketi sizin mensup olduğunuz proletarya sınıfı yapacaktır. Üretim araçlarını gasp edenlerin elinden zorla geri alır ve bütün işleyenlerin ortak malı olduklarını ilan edersek, ilk inkılap gayemizi elde etmiş oluruz. Ondan sonra iktidarı eline alacak işçi hükümeti, bugünkü mantıksız idarenin doğurduğu sefaletleri, haksızlıkları..Birer birer kökünden izole etmeye muvaffak olacaktır. Ancak böyle sınıfsız bir sosyalist cemiyet içinde maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı temin etmek ve yekdiğerinden farkı olmayan hakiki insanlar gibi yaşamak mümkündür.
Yoldaşlar! Bu zorunlu hareketi sizin mensup olduğunuz proletarya sınıfı yapacaktır. Üretim araçlarını gasp edenlerin elinden zorla geri alır ve bütün işleyenlerin ortak malı olduklarını ilan edersek, ilk inkılap gayemizi elde etmiş oluruz. Ondan sonra iktidarı eline alacak işçi hükümeti, bugünkü mantıksız idarenin doğurduğu sefaletleri, haksızlıkları..Birer birer kökünden izole etmeye muvaffak olacaktır. Ancak böyle sınıfsız bir sosyalist cemiyet içinde maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı temin etmek ve yekdiğerinden farkı olmayan hakiki insanlar gibi yaşamak mümkündür.
ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER:TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ VE GÖRÜŞLERİ sh 31 (Yüksek lisans)
İşgal altında 1 Mayıs kutlamaları bağımsızlık mitinglerine dönüştü
1912 yılında başlayan Balkan savaşları ve I.Dünya savaşı süresince
İttihat ve Terakki yönetimi, ilan ettiği sıkıyönetim ile 1 Mayıs işçi
bayramının kutlanmasını ve işçilerin grevlerini yasaklattı. 1.Dünya
savaşının ertesinde Mütareke döneminde ise (1918-1922) yıllardır söz
hakkından mahrum olan işçiler hızlı bir şekilde tekrar örgütlenmeye
başladılar. Bu örgütlenmelerle 1 Mayıs kutlamaları tekrar başladı.
1919,1920 1921 yıllarındaki 1 Mayıs işçi bayramları işgal altındaki
İstanbul’da bağımsızlık mitinglerine dönüştü. İşgal güçlerinin
yasaklamalarına, yapılacak olan iş bırakmanın askeri suç sayılacağı ve
askeri mahkemede yargılanacakları gibi tehditlerine karşın 1 Mayıs
kutlamalarına katılımlar yoğun bir şekilde gerçekleşti. 1922 yılındaki 1 Mayıs işçi bayramı ise bu kutlamalar arasında en
görkemlisi ve dikkat çekeni oldu. Türkiye Sosyalist Fırkasının
öncülüğündeki kutlamaları, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası,
Sosyal Demokrat Fırkası, Türkiye İşçi Derneği, Beynelmilel İşçiler
İttihadı gibi parti ve örgütlenmeler gerçekleştirdi.
Bu kutlama programı Kağıthane’de gerçekleşti. Binlerce işçinin
katıldığı kutlama programı Sultanahmet Meydanı’nda başladı. İşgal
kuvvetlerinin tüm baskı ve tehditlerine rağmen burada toplanan işçi
grubu Pangaltı üzerinden Kağıthane’ye kadar yürüdü. Yürüyüş sırasında
işçiler “Türkiye amelesi sendika ister”, “Burjuvazinin
zulmünü protesto ediyoruz”, “Mürteciler, muhtekirler, kapitalistler,
emperyalistler kahrolsun”, “Bütün dünya işçileri birleşin” gibi
sloganlar attılar ve pankartlar taşıdılar. Kağıthane’de gerçekleşen
kutlama programında bir dizi karar da alındı. Çalışma saatlerinin
yeniden düzenlenmesi, kadın ve çocuk işçilerin durumunun iyileştirilmesi
ve bunların da ötesinde işgalin sona ermesi yani bağımsızlık isteği ön
plana çıktı. İşçi bayramı önceki bayram kutlamalarında olduğu gibi
bağımsızlık mitingine dönüştü. Ankara hükümetine destek mesajları
verildi.
1923 yılına gelindiğinde artık kurtuluş mücadelesi sona ermişti.
Kurtuluş savaşı sonrası iktidarı gücüne tam olarak sahip olan Ankara
hükümetinin işçilere ve işçi bayramına da bakışı değişecektir. 1923
yılının Şubat ayında İzmir’de toplanan İktisat Kongresine işçi
temsilcileri de katılarak taleplerini dile getirdiler ve 1 Mayısın işçi
bayramı olarak kabul edilmesini istediler. Ancak kongrede bu yönde bir
karar alınmasına rağmen işçi bayramının resmen kabulü gerçekleşmedi.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haberYazdir&ArticleID=208177&tip=haber
24 Temmuz 2012 Salı
Fethi Paşa
Lale Devri ve Kağıthane/Sadabat deyince aklımıza gelen ilk isim,
devrin padişahını dahi gölgede bırakan Damad İbrahim paşadır. Oysa Lale
Devrinde yaklaşık 200 köşk ve sarayın bulunduğu Kağıthane’de
onlarca hatta yüzlerce Paşa bulunmuştur. Bunlardan biri de Fethi
Paşa’dır.
Fethi Paşa deyince çoğumuzun aklına Kuzguncuk'taki Ahmet Fethi Paşa Yalısı, yada Üsküdar'daki Fethi Paşa Korusu gelir de Paşa’nın Kağıthane ile olan bağlantıları gelmez. Önce kısaca Paş’yı tanıyalım ; Fethi Ahmet Paşa, 1801’de Rodos’da dünyaya gelir. Yedi yaşına girince bir aile dostu aracılığıyla Enderun’a alınan Fethi Ahmet Enderunlu olarak yüksek rütbelere geliyor.Valilik ve Paris elçiliği yapan Fethi Paşa , 1839’da İngiltere Kraliçesi Victoria’nın taç giyme merasimine de gider.
Çok etkili bir sefir olan Fethi Ahmet Paşa’ya Ünlü besteci Strauss’un yaptığı bir bestesi bile vardır. Paşa’yı tanıyan La Martin onu Batı Kültürü’ne açık,Avrupalıdan farkı olmayan bir Osmanlı subayı olarak tanıtmıştır.
Ticaret Nâzırlığı, Meclisi Vâlâ-Ahkam-ı Adliye Reisliği, Harbiye Nazırlığı ve Tophane Müşirliği de yapan Ahmet Fethi Paşa aynı zamanda , ilçemizde kendisine bir saray yaptırılan II. Mahmud’un kızı Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenir ve bu nedenle “Damad” olarak da anılır.Atiye Sultan ile 10 yıl sürmüş evlilikleri.
Çok renkli bir kişilik olan Paşa’nın sanata meraklı Olmasından dolayı , Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı'nı inşa ettirirken yaptırdığı yeni sarayın döşenmesi görevini Fethi Paşa’ya verir.
Paşa’nın tarihsel önemi burada bitmez,Tophane müşiri iken, Aya İrini'yi eski silahların kaldırıldığı bir ambar olmaktan çıkarıp çeşitli illerden toplattığı asar-ı atikalarla, yani arkeolojik eserlerle donatarak müzeye dönüştüren Fethi Paşa, Aya İrini'de kurduğu müze ile Türk müzeciliğine, Sultanahmet'te 1847'de başlattığı arkeolojik kazılarla arkeolojiye, Beykoz'daki cam fabrikasını yöneterek çeşm-i bülbül üretimine yaptığı katkılar oldukça önemlidir.
Dolmabahçe Sarayı’nda namaz kılarken ölüyor. 56 yaşında iken ölünce Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü. Paşa’nın öldüğü gün, yalıdaki kalfalarla hizmetçilerin, gözyaşları içinde, “O gittikten sonra bunları görecek göz kimde var” diyerek yalıdaki en değerli sanat eserlerini, o canım çeşmibülbüllerle bin bir ışıltıyla parıldayan billurları bir bir denize attıkları hikaye edilir.
Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'DAN ALINTIDIR
Fethi Paşa deyince çoğumuzun aklına Kuzguncuk'taki Ahmet Fethi Paşa Yalısı, yada Üsküdar'daki Fethi Paşa Korusu gelir de Paşa’nın Kağıthane ile olan bağlantıları gelmez. Önce kısaca Paş’yı tanıyalım ; Fethi Ahmet Paşa, 1801’de Rodos’da dünyaya gelir. Yedi yaşına girince bir aile dostu aracılığıyla Enderun’a alınan Fethi Ahmet Enderunlu olarak yüksek rütbelere geliyor.Valilik ve Paris elçiliği yapan Fethi Paşa , 1839’da İngiltere Kraliçesi Victoria’nın taç giyme merasimine de gider.
Çok etkili bir sefir olan Fethi Ahmet Paşa’ya Ünlü besteci Strauss’un yaptığı bir bestesi bile vardır. Paşa’yı tanıyan La Martin onu Batı Kültürü’ne açık,Avrupalıdan farkı olmayan bir Osmanlı subayı olarak tanıtmıştır.
Ticaret Nâzırlığı, Meclisi Vâlâ-Ahkam-ı Adliye Reisliği, Harbiye Nazırlığı ve Tophane Müşirliği de yapan Ahmet Fethi Paşa aynı zamanda , ilçemizde kendisine bir saray yaptırılan II. Mahmud’un kızı Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenir ve bu nedenle “Damad” olarak da anılır.Atiye Sultan ile 10 yıl sürmüş evlilikleri.
Çok renkli bir kişilik olan Paşa’nın sanata meraklı Olmasından dolayı , Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı'nı inşa ettirirken yaptırdığı yeni sarayın döşenmesi görevini Fethi Paşa’ya verir.
Paşa’nın tarihsel önemi burada bitmez,Tophane müşiri iken, Aya İrini'yi eski silahların kaldırıldığı bir ambar olmaktan çıkarıp çeşitli illerden toplattığı asar-ı atikalarla, yani arkeolojik eserlerle donatarak müzeye dönüştüren Fethi Paşa, Aya İrini'de kurduğu müze ile Türk müzeciliğine, Sultanahmet'te 1847'de başlattığı arkeolojik kazılarla arkeolojiye, Beykoz'daki cam fabrikasını yöneterek çeşm-i bülbül üretimine yaptığı katkılar oldukça önemlidir.
Dolmabahçe Sarayı’nda namaz kılarken ölüyor. 56 yaşında iken ölünce Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü. Paşa’nın öldüğü gün, yalıdaki kalfalarla hizmetçilerin, gözyaşları içinde, “O gittikten sonra bunları görecek göz kimde var” diyerek yalıdaki en değerli sanat eserlerini, o canım çeşmibülbüllerle bin bir ışıltıyla parıldayan billurları bir bir denize attıkları hikaye edilir.
Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'DAN ALINTIDIR
YAKUP CEMİL
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli silahşörlerinden, 1916 yılında
Kağıthane’de idam edilen Yakup Cemil 1883 yılında, büyük Çerkez göçüyle
İstanbul’a gelmiş bir ailenin çocuğudur. 1903'de Teğmen rütbesiyle
Harp Okulu'ndan mezun oldu. İlk görev yeri Manastır'da Enver Paşa'nın
emrinde bulunmuş ve hayatı boyunca da Enver Paşa'nın en yakınındaki
adamlarından biri olmuştur. II. Meşrutiyet dönemine kadar bu bölgede
görev yaptı. Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut çetelerine karşı mücadele
etti. Gayri Nizami Harp tecrübesini bu dönemde kazandı. Teşkilatı
Mahsusa kurulduğunda. Kuşçubaşı Eşref'in ilk istediği adamlardan
birisiydi . Herzaman çift silah taşıyan en ufak şeylerde bile hiç
çekinmeden tetik çeke bilen biri. Her zaman sol eli ile tokalaşırdı
tanımadıkları ile...sağ eli her zaman silahındaydı... İhtilalin ardından
İttihat ve Terakki cemiyetince 1909 yılında İran'a gönderildi. 31 Mart
olaylarının patlak vermesiyle İstanbul'a çağrılınca görevini bırakmak
zorunda kaldı. 1910 da gazeteci Ahmet Samim Bey'e düzenlenen suikastın
faili olduğu iddia edildi ancak bu iddia ispatlanamadı
Bab-ı Ali baskınında Yakub Cemil, Bab-ı Ali binasına ilk giren
baskıncılar arasındaydı. Baskın esnasında karşılarına çıkan ve "Siyasete
karışmayacağınıza söz vermiştiniz sözünüz bu muydu?" diyen Harbiye
Nazırı Müşir Nazım Paşa'yı "bu herife laf anlatılır mı" deyip şakağından
vurmuştur. Bu olayın etkisiyle kısa bir süre sonra, yüzbaşı rütbesinde
iken ordudan atıldı. Yine de aynı yıl Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti'nin
kurulmasıyla sonuçlanan muharebe döneminde Enver Bey'in emrinde orduda
gönüllü olarak yer aldı.
1911'de Trablusgarp'ı(Libya) kurtarmak amacıyla başlatılan mücadeleye
katıldı. Trablusgarp yoluna Binbaşı Mustafa Kemal Bey ile çıktı. Yakub
Cemil yine Enver Bey'in emrindeydi. Yerel halkı örgütleyerek gerilla
savaşını başlattılar. Bu esnada düşmana bilgi sattığından şüphelendiği
kendisinden rütbeli teğmen Şükrü'yü bir gece çadırına gelerek uykusundan
kaldırıp kafasına bir kurşun sıkarak öldürmüştür. O gece karargah
karışmış ve Yakup Cemil bir çılgınlık daha yapmaması için İstanbul'a
gönderilmiştir. Daha sonra bu olayı kendine soranlara "siyah olduğu için
öldürdüm" demiştir.!!!!!
İstanbul günlerinde İttihat ve Terakki yönetimi ile ters düştü ve
İtilaf devletleri ile barış için İttihat ve Terakki hükümetini ikna, bu
mümkün olmazsa darbe ile devirme planları yaptı. İttihat ve Terakki
hükümetini dağıtmak, İtilaf devletleri ile barış yapacak bir hükümeti
yıkmak istiyordu. Başkomutan ve Harbiye Nazırı adayı ise Mustafa
Kemal'di. , Meserret Kıraathanesi'nde uluorta bağırıp çağırmış, yan
tarafta bilardo oynar gibi yapan Teşkilat-ı Mahsusa ajanları da bunu
rapor etmişlerdi.
İş o kadar ayyuka çıkmıştı ki, bir gün Ömer Seyfettin dahi kendisini uyarma ihtiyacı duydu.
İttihat ve Terakki içindeki entrikaların sonucunda Talat Bey grubunun
Enver Paşa'yı kandırması sonucunda hükümeti devirmeye teşebbüs ve
Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya suikast suçlamasıyla tutuklandı. Enver Paşa
Yakup Cemil'in idam edilmesinden yana değildi. Ancak Enver Paşa'nın
yurtdışında bulunmasını fırsat bilen Talat Paşa Yakup Cemil'in idamına
karar verdi. 11 Eylül 1916 günü Kağıthane’de Poligon Sarayı’nda kurşuna
dizilerek idam edildi.Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR
Abdülaziz ve Kağıthane
Son yazılarımızda Kağıthane ile bir şekilde irtibatı olan Osmanlı
Paşaları hakkında bilgi verdik. Oysa Sadabat/Kağıthane Sultanların
gözdesi olan bir mesire yeri idi. Nice sultanlar burada saraylar
yaptırmış, eğlenceler düzenlemişti.Bunlardan biri de Sultan
Abdulaziz’dir . Sultan Abdulazizin Sadabat’la tanışıklığı oldukça
erken yaşlarında başlar. 1835' te Şehzade Abdülaziz , burada yapılan
bir törenle Kur'an-ı Kerim'e başlamış, ertesi yıl Şehzade ile büyük
kardeşi Abdülmecid' in sünnet törenleri burada yapılmıştır.
Padişah olduktan sonra da Kağıthane'ye ilgisini sürdüren Sultan
Abdülaziz 2. Mahmud’un , birinci sarayın yerine yaptırdığı (2. Mahmud,
ayanlarla ünlü Sened-i İttifak'ı burada imzalar) ve tam anlamıyla
bitimi 1816'da gerçekleşen ikinci sarayın yerine üçüncü sarayı
yaptırır. Önündeki çağlayandan dolayı bir adı da Çağlayan Sarayı olan
üçüncü Sadabad Sarayı, 1862-63'de inşa edilir. Kağıthane Deresi'nin iç
kısmının iki yakasına rıhtımlar yaptırılmıştır. En güzel yeri de
Kağıthane Köprüsü'nden suni çağlayanların seyredildiği yerdi. Bahar
aylarıyla birlikte Sultan Abdülaziz' in, Kağıthane' ye geldiği, hatta
birkaç gün kaldığı görülürmüş. Bu arada Cuma Selamlığı da oradaki camide
göz kamaştırıcı bir törenle yapılırmış. Önde bando erleri parlak renkli
üniformalarıyla marşlar çalarak yürür, seyre gelen halk da " Çok yaşa
padişahım " diye bağırarak Sultanı selamlarmış.
Sultanın Kağıthaneye hediyelerinden biri de 2. Mahmud’un kızı Atiye
Sultan için yaptırdığı saraydır. Atiye Sultan Kasrı günümüze birkaç
restorasyon ile ulaşabilmiş yapılardandır ve günümüzde Hükümet
Konağı olarak hizmete devam etmektedir.
Abdulazizin ilçemizde bir de camiin Banisidir.Aslında Halk arasında
Aziziye Camisi denilen sadabat camii ilk defa Lale Devrinde
yaptırılmış ancak uğradığı tahribatlar nedeniyle Zaman içerisinde
birçok kez tamir edilmiş , en son Sultan Abdülaziz tarafından tamir
ettirildiğinden ismi Aziziye Camii diye meşhur olmuştur.
Sultanın halk tarafından sevilmesi ve popiler olmasının
sebeblaerinden biride sportifliği diğer bir deyişle
“Pehlivanlığı”dır. Bunun Sadabada da yansımaları olmuş , istanbulda
ilk at yarışları Sultan Abdülaziz döneminde Kağıthane’de, “Kağıthane
Yarışları” adı altında düzenlenmiştir. Pist gelişigüzel düzenlenmiş bir
güzergah biçimindedir. İlk atletizm yarışları da Sultan Abdulaziz
döneminde düzenlenmiştir. Eski bir atlet ve jimnastikçi olan
Galatasaray Sultanisi beden eğitimi öğretmeni Curel’in 1870 yılında
Kağıthane’de düzenlediği koşu, atma ve atlama dallarından oluşan “idman
bayramı”, Türkiye’de atletizm yarışmalarının başlangıcı olarak
anılmaktadır.
Osmanoğulları’nın talihsiz üyelerinden olan ve bir darbe
sonucu tahtından indirilip şehit edilen Sultan Abdülaziz
Kağıthane’ye oldukça ilgi gösteren ancak günümüzde ilçemizde
çokta anılmayan isimlerden biri . Abdülazizin isminin ilçemizde
nasıl yaşatılabileceği ise diğer bir yazının konusu.
Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR
Kağıthane Toprağı
Kağıthanenin diğer bir
değeri de toprağıdır. Semavi Eyice “Top dökümü için gerekli kalıp
çamurunun en iyi cinsinin buradaki derenin yatağından elde
edilenidir” diyor.
Bu konu Evliya Çelebi’de de anlatılır: “Top kalıbı yerlerinin
anlatılması: Yukarıda yazılan tunç kubbelerinin önünde cehennem çukuru
gibi çukurlar içine ağızları yukarıya top kalıplarını korlar. Eğer
balyemez top ise her ocağa onar top kalıbı koyup yirmi top eder.
Eğer kolomborna top ise yirmişer kalıp, eğer şahîler ise yüzer kalıp,
eğer içine adam sığar şayka toplar ise beşer yüzer kalıp koyup hepsinin
ağızlarını Kâğıthane balçığıyla sıvarlar. Bostanları sulamak için
yaptıkları gibi su yolları ederler.
Yolları tunç eriyecek kubbenin yolu ağzında son bulur. Bu gibi
tedariklerle hazır ederler. Tunç kubbelerinin dört tarafında dağlar gibi
çam ve katran odunları hazırdır. Bir sene önce bu çam odunlarını
yüzlerce usta kesip iki ucunu mekik gibi sivri birer kulaç ince odun
edip kuruturlar. Daha sonra top dökecekleri günde bütün kalfalar,
ustalar, dökü-cübaşı, topçubaşı, vardiyanbaşı, muvakkit eline kum
saatini alıp işyeri imamı, müezzinleri, duacıları hepsi toplanıp dua,
sena ve Allah Allah sesleriyle iki fırm ateşlenir.” (Yapı Kredi Yayınlan
- 1808 Edebiyat – 497 Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi:
istanbul Evliya Çelebi 1. Cilt - 2. Kitap sayfa 396)
Haliç İşi olarak tanınan teknikten yayvan formlu tabak.
Kağıthane toprağının kullanıldığı alanlardan biri de seramik
sanayisidir. Bu dönemde Haliç İşi bir ekoldür. Bu isimlendirmenin
sebebi İstanbul’daki çömlekçi atölyelerinden bahseden Evliya Çelebi'nin
İstanbul Çini Atölyeleri’nde gördüğü ve bu çinilerle ilgili
seyahatnamesine yazdığı şu notlardır; "Kağıthane ve Sarıyer’den
getirdikleri çamurlarla maşrapa, guze (kase) ve sürahiler imal ederler
ki bunlar kadar güzeli ancak Çin ve İznik çinisinde bulunabilir. Bu çini
atölyelerinde öyle ustalar var ki yapmış oldukları kaseler, 40-50
kuruşa satın alınıp, padişaha ve vezirlere armağan olarak
götürülebilir".
Bu çinilerin desenleri beyaz zemin üzerine mavi renk küçük çiçekler ve
küçük çengel yapraklar, Yaprak desenli bordürler, sitilize bulutlar ve
çeşitli hayvan figürleridir.
Abit Yaşaroğlu
Osmanlı usulü “çaydan geçiş”
Avni Özgürel
Eski usul çaydan geçirme: Adile Sultan ve Mehmet Ali Paşa Sultan
Mahmud'un 1826 Mayıs'ında doğan kızı Adile, Osmanlı Sarayı'nın
gözdesiydi denilse yeridir. Onun minicik boynuna babasının taktığı
pırlanta maşallah bir şey değil, doğumu devlet katında kutlama,
tebrikleşmeye vesile oldu.
Topkapı arşivinde onun doğumu sırasındaki tedarik ayrıntısıyla kayıtlı.
Yattığı odaya asılacak pırlantalarla süslü, biri yakut diğeri firuzeyle
bezeli iki avizeden tutun, gezi çamaşırlarına, ara bezi olarak
kullanılacak fitilli tülbetlere kadar. Babası vefat ettiğinde 13
yaşındaydı Adile Sultan. Gerek ağabeyi Sultan Abdülmecid, gerekse Sultan
Abdülaziz ona kimseleri layık görmez, kılına zarar gelmesini
istemezlerdi. Öyle ki Nakşibendi tarikatına bağlı olan kardeşlerinin
dergâha gidip gelmesi dedikoduya yol açtığı halde kalbi kırılır diye peş
peşe tahta çıkan iki padişah ona bir tarizde bulunmadı. Nitekim 20 yaş
gibi o dönem düşünüldüğünde geç sayılabilecek yaşına kadar çıkan
taliplerinin hepsi saray tarafından reddedildi.
Muradına erdi ama...Sonunda muradına erdi Adile Sultan ve saray
görevlilerinden Mehmet Ali Paşa'ya gönlünü kaptırınca isteği geri
çevrilmedi. Nikâhları Hırka-i Saadet Dairesi'nde yapıldı. Şeyhülislam
dokunaklı bir nutuk irad etti, sonra Ayasofya ve Sultanahmed camilerinin
vaizleri dua okudular, ardından düğün başladı... İlk dört gün devlet
erkânının tebriki, ziyafetler ve eğlenceyle geçti.
Beşinci gün rahipler, patrik ve hahambaşının tebrikine ayrılmıştı.
Altıncı gün İstanbul'daki kordiplomatiğe... Yedinci ve son gün Adile
Sultan, Beylerbeyi Sarayı'ndan Valide Sultan'ın saltanat kayığıyla
kendisine tahsis edilen ve bugün yerinde Mimar Sinan Üniversitesi olan
Neşadabad Sarayı'na uğurlandı... Kendisine çeyiz olarak verilen Topkapı
arşivinde kayıtlı mücevherler dahi sayfalar doldurur. Mehmet Ali
Paşa'nın, bir anda ulaştığı servet ve şaşaadan başının döndüğünü
söylemeye lüzum yok. Yaptığı harcamaların ulaştığı boyut o denliydi ki,
Sultan Mecid dayanamayıp bir gün ansızın Neşadabad'a çıkageldi ve 'Hain
herif' diye eniştesini azarlamak zorunda kaldı. Bu azarın paşayı yola
getirdiğini sanmak hayal... Sadece pek sevdiği Kağıthane âlemlerine kısa
bir ara verdi o kadar... Sonra yine sandal safasına başladığı, hoşuna
giden kadınlara laf attığı, kimini sandala aldığı Adile Sultan'ın
kulağına geliyordu. Bunlardan biri tanıkları tarafından doğruca padişaha
anlatıldı. 'Yakın arkadaşıymış...' Mehmet Ali Paşa kadını kayığa
almış, kıyıdan uzaklaşmış ve onunla hayli yakın olmuştu. Sultan Aziz
işittiklerini ertesi gün kardeşine açıp dilerse hemen boşanmasını
sağlayabileceğini söylediğinde, ondan, "Yakın arkadaşı olan bir tüccarın
eşiymiş sandala aldığı... Karşı kıyıya geçmesine yardım için almış
yanına. Maksadı yanlış anlaşılmasın diye de samimiyetini göstermek
istemiş etrafa. Bana anlattı. Kötü bir niyetim yok, kardeşim yerinde
evli barklı namuslu bir hanım dedi" cevabını aldı...
Padişah daha fazla üstelemedi ablasını... Sadece yaverlerine, "Kırın ayağını şu itin" demekle yetindi.
Sarayın adamları ikiletmedi bu lafı, bir eğlence gecesi çıkışında
kıstırdılar Mehmet Ali Paşa'yı... Ardından görevlerinden azledildi.
Abdülaziz'in öldürülmesinden sonra tahta çıkan 2. Abdülhamid de çok
düşkündü Adile Sultan'a. Ama o rica edip, "Evde bunalıyor, bir görev
verin" dediği halde "Madem sen boşamıyorsun bunu nimet bilip şükretsin,
dinlensin, fena mı" diyerek reddetti...
24.09.2006 Radikal
Eski İstanbul Hayatı
Eski İstanbul, her birinin ayrı bir tarihi ve ayrı bir hususiyeti olan
semtleri, zevk ve eğlence yeri olan mesireleri, çarşıları ve
kahvehaneleriyle yalnız Türklerin değil, yabancı ziyaretçilerin de
hayran kaldığı bir şehir olmuştur.
Zaman zaman Türk edebiyatına da girmiş, eşsiz güzelliklerini ve
eğlencelerini anlatan şiir- ler yazılmıştır. İstanbul'un zarif yalılar,
köşkler ve bahçelerle bezenmiş sayfiyeleri, havasının ve suyunun
güzelliği ile şöhret bulmuş mesireleri, halkın en fazla. rağbet ettiği
yerlerdi.
KAGITHANE İstanbul'un mesire yerleri arasında en meşhuru, III. Ahmed
devrindeki Çırağan eğlenceleri ile tarihe geçmiş olan Kağıthane'dir.
Buraya Kağıthane denmesinin sebebi, Bizanslılar zamanından kalma bir
kağıt fabrikasının bulunmasından ileri gelir.
İstanbul'un fethinden sonra bir mesire yeri olan Kağıthane, bilhassa
XVII. yüzyıldan sonra rağbet görmeye başlamıştı. Yazın tatil günlerinde
buraya gelenler, gündüzleri hokkabaz, sihirbaz ve pehlivan güreşlerini
seyrederek vakit geçirirler, geceleri ise saz alemleri yaparak
eğlenirlerdi.
Kağıthane en güzel ve en hareketli zamanını, zevk ve eğlenceye düşkün
olan III. Ahmed devrinde yaşamıştı. Bu sırada Fransa'ya giden Yirmisekiz
Mehmed Çelebi, dönüşünde Versailles sarayının köşk ve bahçe planlarını
da beraber getirmişti.
Sadrazam Damad İbrahim Paşa bu planlara göre Kağıthane'de altmış kadar
köşk yaptırdı. Bu köşklerden en güzeli, Alibeyköy yakınlarında otuz
sütun üzerine inşa ettirilen Sadabad kasrı idi.
Kasrın önünde büyük bir havuz, etrafında çağ layanlar ve ağızlarından
su fışkıran ejderha heykelleri vardı. Burada yabancı elçilere ziyafetler
verilir, daha sonra bahçede düzenlenen çırağan eğlenceleri
seyredilirdi. Bu eğlencelere Padişah ve yakınlarından. başka, İstanbul
halkının ileri gelenleri de katılırdı. Bir kısmı arabalarla, bir kısmı
da kayıklarla gelerek eğlenceleri seyrederlerdi. Bu devrin diğer bir
özelliği de, lale yetiştirme merakıydı. Köşklerin bahçelerinde
yetiştirilmek üzere Avrupa'dan çeşit çeşit lale soğanları
getirtiliyordu. Zamanla bu merak o kadar arttı ki, İstanbuldaki bütün
bahçelerde yüzlerce çeşit lale yetiştirildi. Bu lalelerin her cinsine
ayrı ayrı isimler verilmişti. İran'da Lôle-i duhteri denen bir Cins
laleye İstanbul'da <Mahbub adı verildi.
Bir soğanı 500 ile 1000 altın arasında satılıyordu. Sadrazam Damad
İbrahim Paşa da Asafi denen bir cins Jale yetiştirmişti. Zamanla lale
satışlarının çoğalması fiyatların - artmasına sebep olmuştu. Buria rnani
olmak için laleIerin bütün cinsleri tesbit edilerek hep' sine ayrı ayrı
narh kondu.
BAHARiYE Kağıthane'den sonra Haliç'in güzel semtlerinden biri de
Sultanların ve devlet ricalinin yalıları ile bezenmiş olan Bahariye idi.
İstanbul'un fethinden sonra zengin ve kibar kimseleri oturdukları
semtin imarına ilk başlatan Fatih Sultan Mehmed, burada bir imaret ve
bir kervan- saray yaptırmıştı. Ayrıca Padişahlar için de bir kasır inşa
ettirilmişti. Bostan iskelesi ile kasrın arasında birbirinden güzel
zarif yalılar mevcuttu. II. Mahmud devrine kadar bir sayfiye semti olan
Bahariye daha sonraları bu hüviyetini kaybetmiştir.
Şükran Hakkut Hayat tarih Dergisi - ekim 1977- Sh 76-77
Kağıthane Dönüşü Eğlenceleri
Akşam güneşi batmaya başlarken emniyet görevlileri' halk'a evlerine
dönme zamanının geldiğini hatırlatırlar, ihtarı dinlemeyenleri
Kağıthane'yi terke icbar ederlerdi. O zamanlarda yaşayanların bildiği
gibi dönüş gidiş, gibi dağınık olmaz planlı ve eğlenceli olurdu. Asıl
eğlenceler dönüşte yapılırdı. Ecnebiler sandallarla, Sefaret memurları
elçi kayıklarıyla dönüşü seyre çıkarlardı. Boğaziçi'nin büyük kayıkları,
allı yeşilli bayraklar ve renk renk kağıt fenerlerle donatılmış olduğu
halde zurna havası tutturarak kayıkların kıç üstünde oynar böylece
Boğaz'a doğru yol alırlardı.
Mahalle tulumbacıları darbuka, maşalı zil, çığırtmadan meydana gelen
çalgı takımlarıyla hovarda ağzı maniler söyleyerek geçerlerdi. Bal ve
yağ kapanları hamalları salapuryalara dalarlar davul ve düdüklerle
memleket türküleri söylerler, çalıp çağırarak giderlerdi. Bir takım
beylerin teşkil ettiği musiki heyetleri, kayık ve sandallarını birbirine
yanaştırıp fasla başlarlar, kendilerini kadın ve erkek sandalları da
yakından takip, ederdi. Bazı sandal meraklısı pehlivan yapılı
delikanlılar narin sandallarda kürek çekerek birbirleriyle yarışırlardı.
Mektep çocukları da dere kenarlarındaki sazlardan külahlar yapıp
başlarına geçirirler güler oynarlardı. Bazı kimseler deredeki adacıklara
sandallarını yanaştırır dönüş şenliklerini buradan seyir ederlerdi.
Atlılar, arabalılar yollarda gah eğlenir gah giderler bir kısmı da: yol
kenarındaki Silahtar Ağa meyhanelerine uğrar, kısa bir tezgah başı mermi
yaparlardı.
Bu suretle akıp giden deniz ve kara yolcularının hepsi Bahariye'de
toplanırlardı. Bu kalabalık Bahariye Deresi’nde o hale gelirdi ki,
kayıktan kayığa geçilir, olurdu. Her kafadan bir ses çıkar, heyheyler
dünyayı tutardı. Biraz sonra oradan da hareket başlardı. Cuma'ları
Bahariye'ye gelen saraylılar, Bahariye Kasrında o zaman türemiş bulunan
Ulahlılar adı verilen orkestra takımını köşkün bahçesine alıp
çaldırırlar, bu ahenk ortalığa başka bir parlaklık verirdi..
Bu gün Bahariye'de mevcut harap yalılar o zaman zenginlerin mamur
yalıları idi. Cuma'ları yalıların içleri ve dışları kibar, hatta vekil
ve vezir misafirlerle hıncahınç dolar, karşılarındaki adalar da türlü
çiçeklerle bezenmiş olduğundan misafirlerin bir takımı da bu adalara
geçip neşeli sohbetler, gürültülü kahkahalarla Kağıthane dönüşünü
seyrederlerdi. İşte bu hayhuylar ve neşeli eğlenceler inkılaplardan
sonra yapılan şenlikleri andırırdı. Şu kadar ki inkılap şenliklerinde
söylenen milli marşlar yerine o zamanlar aşıkane şarkılar duyulurdu.
Kağıthane'ye gidemeyen civar ahalisinden birçok kadınlar çoluk
çocukları ile Fener ve Cibali İskele Meydanı’nda toplanırlardı.
Buraların deniz kenarları her zaman süprüntü yığınları ile dolu olduğu
için köpekler burunları ile deşip koklarken birbirleri ile
hırlaşırlardı. Bu iğrenç mezbeleden Kağıthane dönüşünü seyredeceğiz diye
birikenler. taşlar, direkler ve, toprak üstüne çömelerek bayağı
satıcılarının bayat yemişlerini alıp yerlerdi. Halk dilinde buralara
(Bitli Kağıthane) denilirdi.
BİR ZAMANLAR İSTANBUL TERCUMAN 1001 ESER -BALIKHANE NAZIRI ALİ RIZA BEY -SAYFA 209
15 Haziran 2012 Cuma
Kâğıthane geçmişiyle
kucaklaştı
18/12/2002
RADİKAL - İSTANBUL - Bir zamanlar
adına 'Barbyzes' denilen derenin kıvrım kıvrım aktığı Kâğıthane Vadisi,
Bizans'ın da Osmanlı'nın da en önemli mesire alanıydı. Farklı iki medeniyete ev
sahipliği yapsa da sosyal yaşamı hiç değişmedi.
Kâğıthane Deresi, Hintli
tüccarların kumaşlarını iki çitilemeyle temizleyebildiği tek suydu. Suyun
kirlenmemesi için kadınların çamaşır yıkaması fermanla yasaklanmış, vadideki
ağıllar kaldırılmıştı.
Kâğıthane Köyü, 1722'de açılış şölenlerine
ev sahipliği yaparak 'Sa'd-âbâd' adını aldı ve sanayileşmeyle birlikte
kirlenmenin başladığı 1922'li yıllara kadar İstanbul'un en canlı seyir yeri
oldu. 2. Mahmud, kızı Atiye Sultan'ın sarayını köyün karşısına kurdurdu. Biraz
ilerisinde Kâğıthane ormanlarına avlanmak için gelindiğinde dinlenilsin diye Av
Köşkü yapıldı.
Poligon Sarayı, Haliç'e yakın bir
yerde. Sadabad Camii, adaşı sarayın yanı başında boy gösterdi. Çadır Köşkü ise
su şırıltılarının orta yerinde hep yakın arkadaşı oldu.
Çeşme-i Nur, İmrahor Çeşmesi,
Poligon Çeşmesi, Sünnet Köprüsü'nün üç yanında; Yeni Çeşme köyün karşısında
kurularak Kâğıthane ayazmasının suyunu akıttı.
Belediye albüm çıkardı
İşte yüzyılların izini taşıyan
Kâğıthane ve Sadabad günümüzde de
İstanbullular için alternatif bir
mesire alanı olmanın çabası içinde. Ancak İstanbul sanayiisinin büyük bir
kısmının bu vadide olması
'nostaljiye' dönüşü engelliyor.
Sadabad'ı canlandırmaya çalışan
Kâğıthane Belediyesi, 'Kâğıthane'de Geçmiş ile Bugün' albümüyle, kaybolmaya yüz
tutmuş tarihin geçmişteki haliyle bugünkü halini kıyaslama imkânı sundu.
Karakolhane
Karakolhane, mesire alanının
güvenliğinden sorumlu 66. Yeniçeri Ortası'nın kullandığı yer. Günümüzde harap
halde olan Karakolhane binası, 'Sadabad Projesi' ile elden geçirildikten sonra
küçük ve büyük fayton yollarında hizmet verecek atların barınması için
kullanılacak.
Kâğıthane Deresi
Bizans'taki adı 'Barbyzes' olan
kıvrım kıvrım akan dere, kıyısında kağıt atölyeleri olduğu için Osmanlı
döneminde adı 'Kâğıthane' olarak değiştirildi. Bu kağıt imalathanelerinin 2.
Beyazıd dönemine kadar kullanıldığı biliniyor. Derenin kıyısında ise Bizans
döneminde adı 'Pissa' olan 'Kâğıthane Köyü' bulunuyordu. Kâğıthane Deresi ve
çevresi özellikle Sadabad Sarayı'nın yapılmasından sonra Osmanlı için büyük
önem taşıdı. 60 gün süren şölenlerin düzenlendiği ve halkın piknik için geldiği
bir yer oldu. Kayık sefalarıyla ünlü Kâğıthane Deresi, Osmanlı kadınlarıyla
erkeklerinin aşk hikâyelerine tanıklık etti.
Ama her şey 1922 yılından sonra
değişti. İstanbul'da sanayileşme ve nüfusun artışıyla birlikte fabrika
atıklarının akıtıldığı Kâğıthane Deresi, şimdiki halini aldı.
Aziziye Camii
Sadabad Sarayı ile birlikte
yaptırıldı, Patrona Halil İsyanı'nda yıkıldı. İki kez yeniden inşa edildi. Son
olarak Sultan Abdülaziz, tahrip olan camiyi yeniletti. Bir kez yağmaya da sahne
oldu, 1997'de restore edildi.
Atiye Sultan Sarayı
2. Mahmud'un kızı Atiye Sultan
için Sultan Abdülaziz tarafından Batı mimarisiyle yaptırıldı. Ortada Hünkâr
Kasrı, sağında selamlık binası, solunda ise ortası avlulu mutfak binaları
vardı. Arka tarafında hamamı ve tek katlı at ahırından günümüze hiçbir iz
kalmadı. Biraz yukarısında ise Av Köşkü vardı.
Atiye Sultan'ın ölümünden sonra
2. Abdülhamid şehzadeliğini bu sarayda geçirdi. Sık sık Kâğıthane ormanlarında
gezintiye ve avlanmaya çıkardı. Bu gezilerinde Kâğıthanesu-yolları üzerinde
başıboş kalmış suları belirleyerek kullanılmasını
sağladı. Tahta çıkmadan üç ay önce ünlü falcılardan Kâğıthane Köyü'nde yaşayan
Afitap, Abdülhamid'in el falına bu sarayın önünde bakıp üç yıl sonra tahta
çıkacağını söyledi.
Sadabad Sarayı
Birinci Sadabad Sarayı,
Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Paris'ten getirttiği saray ve bahçe planlarından
esinlenilerek Kâğıthane Deresi kenarına 1722'de yazlık saray olarak inşa
ettirildi. Doğu-Batı sentezi mimarisi ile yapılan sarayla birlikte Cedvel-i Sim
isimli kanal, iki havuz, üç seyir kameriyesi, iki çağlayan kaskad, biri ejderha
başlı dört fıskiye, Herdeli Köşk ve bir çeşmenin yapımı sadece 60 günde
tamamlandı. Mimarı Kayserili Mehmed Ağa olan sarayda, yabancı heyetlere
devletin gücünü göstermek için görkemli şölenler düzenlendi. Saray ile Haliç arasında
yapılan 173 kasır ve köşk, Patrona Halil İsyanı'nda tamamen yıkıldı.
2. Mahmud sarayı tekrar inşa
ettirdi ve 'Sened-i İttifak'ı burada imzaladı. Meşrutiyet sonrasında kızlar
yetimhanesi olarak kullanıldı. Daha sonra Harp Akademisi'ne dönüşen saray
1943'te tamamen yıktırıldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Eski İstanbul Hayatı OSMANLI İmparatorluğunun merkezi olan İstanbul, tarihi, değerli eserleri ve tabii güz...
-
Kağıthane’nin tarihi kült bir esere dönüştü 600 yıllık Osmanlı saltanatının ‘Lale Devri’ olarak anılan şaşaalı dönem...
-
Bilindiği gibi III. Selim Han yenilikleri önce orduda gerçekleştirmeye çalışır. Bu düşüncelerinden dola...
-
BUZAS Kentin bugün yayıldığı alan üzerinde bulunan ilk yerleşme izleri 300 bin yıl öncesine gidiyor. Belki bunlardan da...