4 Kasım 2012 Pazar

kağıthane poligonu



"Alman ordusunda çürüğe  çıkarılan büyük çaplı mavzerlerin yine Mahmud Şevket'çe alındığını, bunla- rın mükerrer ateşli olarak işe yaramadığı anlaşılınca, Sultan Hamid'çe küçük  çaplılarla tebdil ettirildiğini 'mübayaat-ı mekel edilen (yani bu alışverişten  beslenen, çıkar sağlayan) zevatın başında Paşa'nın bulunduğunu, onlarca sipariş edilen fişenklerin bir çoğunun çatlak, bazan da toprak haline gelmiş barutla dolu olduğunun Müşir Fuad Paşa nezaretinde Kağıdhane poligonunda  icra edilen atışlarla sabit olduğunu" yazmakta ve "Böyle silah ve cephanelerle düşman karşısına sevkedilen askerin hali faciadır." demektedir. Bu   izahata göre, Mahmud Şevket, ciddi bir suiistimal isnadıyle itharn ediliyor  demektir. Reşid Bey, askerin elbise, palaska, çanta, fişenklik gibi techizatında da yolsuzluk yapıldığını söylemektedir. Bu ithamlar pek fecidir ve  mağlübiyetin bir başka sebebine işaret etmektedir. (ZİYA NUR AKSUN -OSMANLI TARİHİ-CİLT 6-SH 39)

11 Eylül 2012 Salı

oSMANLI PAPARAZZİLERİ:MİNYATÜRCÜLER



 Gazetenin, televizyonun ve fotoğrafın olmadığı devirlerde yaşanan düğün, dernek, kutlama ve sünnet gibi olaylar günümüze 'Surname' adı verilen minyatürlü şenlik kitapları sayesinde geldi. Osmanlı Edebiyatı alanında bugün Türk üniversitelerinin 'en kıdemli' öğretim üyesi olan Prof. Dr. Günay Kut en ünlü 'surname'leri anlatıyor Türk edebiyatının en canlı ve en ilginç örnekleri olan 'Surname' adını taşıyan kitaplar, geleneksel değerlerinin yanısıra geçmişi bugüne taşımaları bakımından da büyük önem taşırlar.  'Sur' Farsça 'düğün', 'náme' de kitap anlamına gelirdi. Padişahların kızlarını evlendirmeleri veya şehzadelerini sünnet ettirmeleri 'sur' denilen bu büyük şenliklerle yapılır, şenlikler sırasında günler süren sayısız eğlenceler düzenlenir ve ziyafetler verilirdi. Şenlikler kimi zaman hükümdarının emriyle bazen de sanatçılar tarafından gönüllü olarak en ince ayrıntıları bile kaydedilerek düzyazı veya şiir şeklinde káğıda dökülür, ortaya çıkan bu eser 'surname' adını alırdı. Geçmişin şenlikleri bugüne işte bu surnameler sayesinde ulaştı.
ÇANAK YAĞMASI
'Sur emini' denilen düğün sorumlusu herşeyin başında bulunur, hazırlıklar ve iş dağılımı hiçbir şekilde aksamazdı. Düğün hazırlıkları bir yıl öncesinden başlar, ilk iş olarak mutfak eşyaları, kap-kacak, çini tabak, bardak, sini, kaşık, kazan gibi malzemeler satın alınırdı. 16.-18.yüzyıl arasında kullanılan tabaklar İznik'ten ısmarlanırken 19.yüzyılda yaşanan batı etkisiyle Saksonya çinileri kullanılır oldu. İstanbul'da yapılan şenlikler genellikle o zamanlarda 'Atmeydanı' denilen şimdiğin Sultanahmet Meydanı'nda ve bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı'nın önünde yapılırdı. Kutlamaların ve düğün alaylarının Kağıthane, Dolmabahçe ve Okmeydanı'nda düzenlendiği de olurdu. 1675 tarihinde yapılan sünnet ve düğün şenlikleri ise Edirne'de yapıldı.Surnamelerde şenlikler ayrıntılarıyla anlatılırdı. Eğlenceler, fişek gösterileri, hediyelerin nitelikleriyle özellikleri ve kimler tarafından verildikleri ve yabancı misafirler gibi detayların bugün bütün yönleriyle bilinmesi, bu eserler sayesindedir.Halk için verilen ziyafete 'çanak yağması' veya 'umum ziyafeti' denirdi. Meydana dizilen çanaklarda geleneksel yemekler yani pilav, et ve zerde ikram edilir, kadın- erkek, genç-yaşlı binlerce kişi çanaklardaki yemekleri yedikleri sırada çıkan kargaşalar düğünün düzenini korumakla görevli olan tulumbacılar tarafından yatıştırılırdı. Üst düzey davetliler, çanak yağmasını çadırlarından seyrederlerdi.

HEPSİ TARİHE GEÇTİ  Büyük düğünlerle ilgili bilgilere sadece surnamelerde değil, bazı Peçevi ve Raşid gibi bazı tarih kitaplarında da rastlanır. Son derece debdebeli ve tantanalı olan 'sur' geleneği bir yerde sarayın halka inmesi ve sokaktaki insanı kucaklamasıdır. Binlerce halk çocuğunun şenlikler sırasında sünnet ettirilmesi, halk için ziyafetler verilmesi ve fakirlerin evlerine tepsilerle yemekler gönderilmesi de bu hedefe yöneliktir.

150 DOKTORLU SARAY SÜNNETİ  Osmanlı düğünlerinin en uzunu 1582'de 3. Murad'ın oğlu 3. Mehmed için yapıldı ve 52 gün 52 gece devam eden şenlikler surnamelerde gün gün anlatıldı. Bu surnamelerin en ünlüsü, devrin tanınmış tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali'nin vermiş olduğu şiir şeklindeki eserdi.

'İntizam' adlı yazarın 3. Murad'ın emriyle hazırladığı bir diğer Surname ise, Nakkaş Osman ve ekibi tarafından 427'si halen elimizde bulunan 500 adet minyatürle süslendi. 1582 düğünü bu eser sayesinde törenleriyle, yemek sofralarıyla ve eğlencelerinin bütün ayrıntılarıyla muhteşem bir kitap halinde bugüne ulaştı. Eser halen Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığında saklanıyor.
Kaynak:
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/ozel/turk/99/10/18/ozehab/13oze.htm

* * *
           

GELENBEVİ İSMAİL




1730 yılında Manisa ilimiz’in Kırkağaç ilçesi Gelenbe bucağında doğdu. İlk öğrenimini müderris olan babasının yardımıyla yaptı. Daha sonra İstanbul’a gelerek zamanın ünlü bilgini olan Mehmet Emin Efendi den ders aldı. 1763 yılında müderris olma hakkı tanındı ise’de hocasından ders almayı sürdürdü. Bilim alanındaki çalışmalarının önemi, yapıtlarıyla kanıtlanan İsmail Gelenbevî; özellikle matematikte güçlü bilgisiyle tanınır. Cebir, Geometri, mantık, felsefe konularında 30’dan fazla kitap yazmıştır. Logaritmanın bulunuşuyla kullanılışını Türklere tanıtan ilk bilim adamımızdır. Kağıthane’de Sultan III. Selim’in hazır bulunduğu bir top atışları talimi sırasında hedefler gerektiği gibi isabet edilemiyordu. İsmail Gelenbevî toplardaki açı yanılmalarını matematik yöntemleriyle çözdü ve onun bu başarısı Osmanlı Sultanı III. Selim’in takdirleriyle karşılandı. Yaşadığı dönemde İstanbul’a gelen bir Fransız bilgini Babı Âli’ye gelerek bir logaritma çizelgesi sunar ve belirtildiğine göre Osmanlılar arasında bunu bilen bir kimsenin olmadığını üstü kapalı olarak anlatmaya çalışır. Bunun üzerine Babı Âli'’dekiler Fransız bilginini İsmail Gelenbevî’ye yollarlar. Fransız bilgini Gelenbevî’ye bu konudaki bilgisini sorar. Bunu cevaplamasını ister. Gelenbevî az zaman ister ve Fransız bilgini tekrar geldiğinde kendisine logaritma çizelgesiyle ilgili olarak hazırladığı küçük bir kitap verir. İki bölümden oluşan bu kitabise birinci bölümünde logaritma çizelgesini bulundurmakta ikinci bölümündeise logaritmanın kullanılışı anlatılmaktadır. Bu durum karşısında Fransız bilgini hayrete düşer ve İsmail Gelenbevî’ yi kutlar ve ona büyük saygı duyar. Gelenbevî hayatının son zamanlarında bahriye (denizcilik) okulunda matematik dersleri verdi. Hatta Bursa ilimiz’in Yenişheir ilçesine bağlı Fener’de kadılık yaptı. Bir yıl ancak yürütebildiği bu görevi esnasında amansız yakalandığı bir hastalık sonucu 1791 yılında Fener’de hayata gözlerini yumdu.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

1922 Kağıthane mitingi

1921 1 Mayıs gösterilerini TSF düzenlerken, 1922 yılında 1 Mayıs, TİÇSF(Türkiye Sosyalist İşçi-Köylü Sosyalist Fırkası) ve TSF’nin de içinde bulunduğu 1 Mayıs Komisyonu’nca düzenlenmiştir.Şefik Hüsnü, 1 Mayıs 1922’de 6000 işçinin katıldığı belirtilen Kağıthane mitinginde “içinde yaşanılan cemiyetin çürük temeller üzerine kurulduğunu” ve “temelden değişme ameliyesi yapılmadıkça bunun düzelmeyeceğini” belirttiği konuşmasında devamla şunları ifade etmiştir:
Yoldaşlar! Bu zorunlu hareketi sizin mensup olduğunuz proletarya sınıfı yapacaktır. Üretim araçlarını gasp edenlerin elinden zorla geri alır ve bütün işleyenlerin ortak malı olduklarını ilan edersek, ilk inkılap gayemizi elde etmiş oluruz. Ondan sonra iktidarı eline alacak işçi hükümeti, bugünkü mantıksız idarenin doğurduğu sefaletleri, haksızlıkları..Birer birer kökünden izole etmeye muvaffak olacaktır. Ancak böyle sınıfsız bir sosyalist cemiyet içinde maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı temin etmek ve yekdiğerinden farkı olmayan hakiki insanlar gibi yaşamak mümkündür.
  ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER:TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ VE GÖRÜŞLERİ         sh  31   (Yüksek lisans)

İşgal altında 1 Mayıs kutlamaları bağımsızlık mitinglerine dönüştü

1912 yılında başlayan Balkan savaşları ve  I.Dünya savaşı süresince İttihat ve Terakki yönetimi, ilan ettiği sıkıyönetim ile 1 Mayıs işçi bayramının kutlanmasını ve işçilerin grevlerini yasaklattı. 1.Dünya savaşının ertesinde Mütareke döneminde ise (1918-1922) yıllardır söz hakkından mahrum olan işçiler hızlı bir şekilde tekrar örgütlenmeye başladılar. Bu örgütlenmelerle 1  Mayıs kutlamaları tekrar başladı.  1919,1920 1921 yıllarındaki 1 Mayıs işçi bayramları işgal altındaki İstanbul’da bağımsızlık mitinglerine dönüştü. İşgal güçlerinin yasaklamalarına, yapılacak olan iş bırakmanın askeri suç sayılacağı ve askeri mahkemede yargılanacakları gibi tehditlerine karşın 1 Mayıs kutlamalarına katılımlar yoğun bir şekilde gerçekleşti.    1922 yılındaki 1 Mayıs işçi bayramı ise bu kutlamalar arasında en görkemlisi ve dikkat çekeni oldu. Türkiye Sosyalist Fırkasının öncülüğündeki kutlamaları, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Türkiye İşçi Derneği, Beynelmilel İşçiler İttihadı gibi parti ve örgütlenmeler gerçekleştirdi. 




Bu kutlama programı Kağıthane’de gerçekleşti. Binlerce işçinin katıldığı kutlama programı Sultanahmet Meydanı’nda başladı. İşgal kuvvetlerinin tüm baskı ve tehditlerine rağmen burada toplanan işçi grubu Pangaltı üzerinden Kağıthane’ye kadar yürüdü. Yürüyüş sırasında işçiler  “Türkiye amelesi sendika ister”, “Burjuvazinin zulmünü protesto ediyoruz”,  “Mürteciler, muhtekirler, kapitalistler, emperyalistler kahrolsun”, “Bütün dünya işçileri birleşin” gibi sloganlar attılar ve pankartlar taşıdılar. Kağıthane’de gerçekleşen kutlama programında bir dizi karar da alındı. Çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi, kadın ve çocuk işçilerin durumunun iyileştirilmesi ve bunların da ötesinde işgalin sona ermesi yani bağımsızlık isteği ön plana çıktı. İşçi bayramı önceki bayram kutlamalarında olduğu gibi bağımsızlık mitingine dönüştü. Ankara hükümetine destek mesajları verildi. 
1923 yılına gelindiğinde artık kurtuluş mücadelesi sona ermişti. Kurtuluş savaşı sonrası iktidarı gücüne tam olarak sahip olan Ankara hükümetinin işçilere ve işçi bayramına da bakışı değişecektir.  1923 yılının Şubat ayında İzmir’de  toplanan İktisat Kongresine işçi temsilcileri de katılarak taleplerini dile getirdiler ve 1 Mayısın işçi bayramı olarak kabul edilmesini istediler. Ancak kongrede bu yönde bir karar alınmasına rağmen işçi bayramının resmen kabulü gerçekleşmedi.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haberYazdir&ArticleID=208177&tip=haber

24 Temmuz 2012 Salı

Fethi Paşa

Lale Devri ve Kağıthane/Sadabat  deyince  aklımıza gelen ilk  isim, devrin padişahını dahi gölgede bırakan Damad İbrahim paşadır. Oysa Lale  Devrinde yaklaşık   200   köşk ve sarayın bulunduğu Kağıthane’de   onlarca hatta yüzlerce Paşa bulunmuştur. Bunlardan biri de Fethi Paşa’dır.
Fethi Paşa deyince   çoğumuzun aklına  Kuzguncuk'taki Ahmet Fethi Paşa Yalısı, yada Üsküdar'daki Fethi Paşa Korusu  gelir de    Paşa’nın  Kağıthane ile olan bağlantıları gelmez. Önce kısaca Paş’yı  tanıyalım ; Fethi Ahmet Paşa, 1801’de  Rodos’da dünyaya gelir. Yedi yaşına girince bir  aile dostu aracılığıyla Enderun’a alınan Fethi  Ahmet  Enderunlu olarak yüksek rütbelere geliyor.Valilik ve Paris elçiliği yapan Fethi  Paşa , 1839’da İngiltere Kraliçesi Victoria’nın taç giyme merasimine de   gider.
Çok etkili bir sefir olan  Fethi Ahmet Paşa’ya Ünlü besteci Strauss’un yaptığı bir  bestesi bile vardır. Paşa’yı  tanıyan    La Martin  onu Batı Kültürü’ne açık,Avrupalıdan farkı olmayan bir  Osmanlı subayı olarak tanıtmıştır.
Ticaret Nâzırlığı, Meclisi Vâlâ-Ahkam-ı Adliye  Reisliği, Harbiye Nazırlığı ve Tophane Müşirliği de yapan Ahmet Fethi Paşa aynı zamanda , ilçemizde   kendisine  bir saray yaptırılan II. Mahmud’un  kızı Atiye Sultan  ile 1840 yılında evlenir  ve bu nedenle  “Damad” olarak  da anılır.Atiye Sultan ile 10 yıl sürmüş evlilikleri.
Çok renkli bir kişilik  olan  Paşa’nın  sanata meraklı Olmasından  dolayı , Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı'nı inşa ettirirken yaptırdığı yeni sarayın döşenmesi görevini Fethi Paşa’ya  verir.
Paşa’nın tarihsel önemi burada bitmez,Tophane müşiri iken, Aya İrini'yi eski silahların kaldırıldığı bir ambar olmaktan çıkarıp çeşitli illerden toplattığı asar-ı atikalarla, yani arkeolojik eserlerle donatarak müzeye dönüştüren  Fethi Paşa, Aya İrini'de kurduğu müze ile Türk müzeciliğine, Sultanahmet'te 1847'de başlattığı arkeolojik kazılarla arkeolojiye, Beykoz'daki cam fabrikasını yöneterek çeşm-i bülbül üretimine yaptığı katkılar oldukça önemlidir.
Dolmabahçe Sarayı’nda namaz kılarken ölüyor. 56 yaşında iken ölünce Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü.  Paşa’nın öldüğü gün, yalıdaki kalfalarla hizmetçilerin, gözyaşları içinde, “O gittikten sonra bunları görecek göz kimde var” diyerek yalıdaki en değerli sanat eserlerini, o canım çeşmibülbüllerle bin bir ışıltıyla parıldayan billurları bir bir denize attıkları hikaye edilir.
Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'DAN ALINTIDIR

YAKUP CEMİL

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli silahşörlerinden, 1916 yılında Kağıthane’de idam edilen Yakup Cemil  1883 yılında, büyük Çerkez göçüyle İstanbul’a gelmiş bir ailenin çocuğudur.  1903'de Teğmen rütbesiyle Harp Okulu'ndan mezun oldu. İlk görev yeri Manastır'da  Enver Paşa'nın emrinde bulunmuş ve hayatı boyunca da Enver Paşa'nın en yakınındaki adamlarından biri olmuştur. II. Meşrutiyet dönemine kadar bu bölgede görev yaptı. Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut çetelerine karşı mücadele etti. Gayri Nizami Harp tecrübesini bu dönemde kazandı. Teşkilatı Mahsusa kurulduğunda. Kuşçubaşı Eşref'in ilk istediği adamlardan birisiydi . Herzaman çift silah taşıyan en ufak şeylerde bile hiç çekinmeden tetik çeke bilen biri. Her zaman sol eli ile tokalaşırdı tanımadıkları ile...sağ eli her zaman silahındaydı... İhtilalin ardından İttihat ve Terakki cemiyetince 1909 yılında İran'a gönderildi. 31 Mart olaylarının patlak vermesiyle İstanbul'a çağrılınca görevini bırakmak zorunda kaldı. 1910 da gazeteci Ahmet Samim Bey'e düzenlenen suikastın faili olduğu iddia edildi ancak bu iddia ispatlanamadı
Bab-ı Ali baskınında Yakub Cemil, Bab-ı Ali binasına ilk giren baskıncılar arasındaydı. Baskın esnasında karşılarına çıkan ve "Siyasete karışmayacağınıza söz vermiştiniz sözünüz bu muydu?" diyen Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa'yı "bu herife laf anlatılır mı" deyip şakağından vurmuştur. Bu olayın etkisiyle kısa bir süre sonra, yüzbaşı rütbesinde iken ordudan atıldı. Yine de aynı yıl Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti'nin kurulmasıyla sonuçlanan muharebe döneminde Enver Bey'in emrinde orduda gönüllü olarak yer aldı.
1911'de Trablusgarp'ı(Libya) kurtarmak amacıyla başlatılan mücadeleye katıldı. Trablusgarp yoluna Binbaşı Mustafa Kemal Bey ile çıktı. Yakub Cemil yine Enver Bey'in emrindeydi. Yerel halkı örgütleyerek gerilla savaşını başlattılar. Bu esnada düşmana bilgi sattığından şüphelendiği kendisinden rütbeli teğmen Şükrü'yü bir gece çadırına gelerek uykusundan kaldırıp kafasına bir kurşun sıkarak öldürmüştür. O gece karargah karışmış ve Yakup Cemil bir çılgınlık daha yapmaması için İstanbul'a gönderilmiştir. Daha sonra bu olayı kendine soranlara "siyah olduğu için öldürdüm" demiştir.!!!!!
İstanbul günlerinde İttihat ve Terakki yönetimi ile ters düştü ve İtilaf devletleri ile barış için İttihat ve Terakki hükümetini ikna, bu mümkün olmazsa darbe ile devirme planları yaptı. İttihat ve Terakki hükümetini dağıtmak, İtilaf devletleri ile barış yapacak bir hükümeti yıkmak istiyordu. Başkomutan ve Harbiye Nazırı adayı ise Mustafa Kemal'di.  , Meserret Kıraathanesi'nde uluorta bağırıp çağırmış, yan tarafta bilardo oynar gibi yapan Teşkilat-ı Mahsusa ajanları da bunu rapor etmişlerdi. 
İş o kadar ayyuka çıkmıştı ki, bir gün Ömer Seyfettin  dahi  kendisini  uyarma  ihtiyacı duydu.
 İttihat ve Terakki içindeki entrikaların sonucunda Talat Bey grubunun Enver Paşa'yı kandırması sonucunda hükümeti devirmeye teşebbüs ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya suikast suçlamasıyla tutuklandı. Enver Paşa Yakup Cemil'in idam edilmesinden yana değildi. Ancak Enver Paşa'nın yurtdışında bulunmasını fırsat bilen Talat Paşa Yakup Cemil'in idamına karar verdi. 11 Eylül 1916 günü Kağıthane’de Poligon Sarayı’nda kurşuna dizilerek idam edildi.Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR

Abdülaziz ve Kağıthane


Son yazılarımızda Kağıthane ile bir şekilde irtibatı olan  Osmanlı Paşaları   hakkında bilgi  verdik. Oysa  Sadabat/Kağıthane  Sultanların  gözdesi  olan bir  mesire  yeri idi. Nice  sultanlar  burada saraylar  yaptırmış, eğlenceler  düzenlemişti.Bunlardan  biri de Sultan Abdulaziz’dir . Sultan Abdulazizin Sadabat’la  tanışıklığı  oldukça erken  yaşlarında  başlar. 1835' te Şehzade Abdülaziz , burada yapılan bir törenle Kur'an-ı Kerim'e başlamış, ertesi yıl Şehzade ile büyük kardeşi Abdülmecid' in sünnet törenleri burada yapılmıştır.
Padişah olduktan sonra da Kağıthane'ye ilgisini sürdüren Sultan Abdülaziz 2. Mahmud’un , birinci sarayın yerine yaptırdığı (2. Mahmud, ayanlarla  ünlü Sened-i İttifak'ı burada imzalar)  ve tam anlamıyla bitimi 1816'da gerçekleşen  ikinci sarayın yerine üçüncü sarayı yaptırır. Önündeki çağlayandan dolayı bir adı da Çağlayan Sarayı olan üçüncü Sadabad Sarayı, 1862-63'de inşa edilir. Kağıthane Deresi'nin iç kısmının iki yakasına rıhtımlar yaptırılmıştır. En güzel yeri de Kağıthane Köprüsü'nden suni çağlayanların seyredildiği yerdi. Bahar aylarıyla birlikte Sultan Abdülaziz' in, Kağıthane' ye geldiği, hatta birkaç gün kaldığı görülürmüş. Bu arada Cuma Selamlığı da oradaki camide göz kamaştırıcı bir törenle yapılırmış. Önde bando erleri parlak renkli üniformalarıyla marşlar çalarak yürür, seyre gelen halk da " Çok yaşa padişahım " diye bağırarak Sultanı selamlarmış.
Sultanın  Kağıthaneye  hediyelerinden  biri de 2. Mahmud’un kızı Atiye Sultan için yaptırdığı  saraydır. Atiye Sultan Kasrı günümüze birkaç restorasyon ile ulaşabilmiş yapılardandır  ve  günümüzde  Hükümet  Konağı  olarak  hizmete  devam  etmektedir. 
 Abdulazizin ilçemizde bir de camiin Banisidir.Aslında Halk  arasında  Aziziye Camisi denilen sadabat  camii ilk defa Lale  Devrinde  yaptırılmış   ancak  uğradığı  tahribatlar nedeniyle Zaman içerisinde birçok kez tamir edilmiş , en  son   Sultan Abdülaziz tarafından  tamir  ettirildiğinden ismi Aziziye Camii diye  meşhur olmuştur.
Sultanın  halk  tarafından  sevilmesi  ve  popiler  olmasının  sebeblaerinden  biride  sportifliği diğer  bir  deyişle  “Pehlivanlığı”dır. Bunun Sadabada  da  yansımaları  olmuş , istanbulda  ilk  at yarışları Sultan Abdülaziz döneminde Kağıthane’de, “Kağıthane Yarışları” adı altında düzenlenmiştir. Pist gelişigüzel düzenlenmiş bir güzergah biçimindedir. İlk atletizm  yarışları da  Sultan  Abdulaziz  döneminde  düzenlenmiştir. Eski bir atlet ve jimnastikçi olan Galatasaray Sultanisi  beden eğitimi öğretmeni  Curel’in 1870 yılında Kağıthane’de düzenlediği koşu, atma ve atlama dallarından oluşan “idman bayramı”, Türkiye’de atletizm yarışmalarının başlangıcı olarak anılmaktadır.
Osmanoğulları’nın    talihsiz  üyelerinden  olan  ve  bir  darbe  sonucu  tahtından  indirilip  şehit  edilen Sultan Abdülaziz   Kağıthane’ye  oldukça  ilgi  gösteren ancak   günümüzde  ilçemizde  çokta  anılmayan  isimlerden  biri . Abdülazizin  isminin   ilçemizde  nasıl  yaşatılabileceği   ise  diğer  bir  yazının  konusu.  
Abid Yaşaroğlu
abidyasaroglu@buulkegazetesi.com'dan ALINTIDIR

Kağıthane Toprağı

Kağıthanenin diğer bir değeri de toprağıdır. Semavi Eyice “Top dökümü için gerekli kalıp çamurunun en iyi cinsinin buradaki derenin yatağından elde edilenidir” diyor.
resim
Semavi Eyice  “Girit  seferi  sırasında Kağıthane’den   çıkarılan  çamur, gemilerle   oraya  taşınarak  toplar kuşatma  yerinde dökülmüştü. Bu çamurları  alınması  ile   dere  yatağıda  temizlenmiş oluyordu. Sonraları  aynı  iş bölgedeki tuğla  harmanları  ile yapılmıştır.”   demektedir.
 Bu  konu   Evliya Çelebi’de  de  anlatılır: “Top kalıbı yerlerinin anlatılması: Yukarıda yazılan tunç kubbelerinin önünde cehennem çukuru gibi çukurlar içine ağızları yukarıya top kalıplarını korlar. Eğer balyemez top ise her ocağa onar top kalıbı koyup yirmi top eder. 
Eğer kolomborna top ise yirmişer kalıp, eğer şahîler ise yüzer kalıp, eğer içine adam sığar şayka toplar ise beşer yüzer kalıp koyup hepsinin ağızlarını Kâğıthane balçığıyla sıvarlar. Bostanları sulamak için yaptıkları gibi su yolları ederler. 
 
Yolları tunç eriyecek kubbenin yolu ağzında son bulur. Bu gibi tedariklerle hazır ederler. Tunç kubbelerinin dört tarafında dağlar gibi çam ve katran odunları hazırdır. Bir sene önce bu çam odunlarını yüzlerce usta kesip iki ucunu mekik gibi sivri birer kulaç ince odun edip kuruturlar. Daha sonra top dökecekleri günde bütün kalfalar, ustalar, dökü-cübaşı, topçubaşı, vardiyanbaşı, muvakkit eline kum saatini alıp işyeri imamı, müezzinleri, duacıları hepsi toplanıp dua, sena ve Allah Allah sesleriyle iki fırm ateşlenir.” (Yapı Kredi Yayınlan - 1808 Edebiyat – 497  Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: istanbul Evliya Çelebi 1. Cilt - 2. Kitap sayfa  396)
 
Haliç İşi olarak tanınan teknikten yayvan  formlu tabak. 
 
Kağıthane  toprağının  kullanıldığı  alanlardan biri de   seramik  sanayisidir. Bu dönemde  Haliç İşi bir  ekoldür. Bu  isimlendirmenin  sebebi İstanbul’daki çömlekçi atölyelerinden bahseden Evliya Çelebi'nin İstanbul Çini Atölyeleri’nde gördüğü ve bu çinilerle ilgili seyahatnamesine yazdığı şu notlardır; "Kağıthane ve Sarıyer’den getirdikleri çamurlarla maşrapa, guze (kase) ve sürahiler imal ederler ki bunlar kadar güzeli ancak Çin ve İznik çinisinde bulunabilir. Bu çini atölyelerinde öyle ustalar var ki yapmış oldukları kaseler, 40-50 kuruşa satın alınıp, padişaha ve vezirlere armağan olarak götürülebilir". 
 
Bu çinilerin desenleri beyaz zemin üzerine mavi renk küçük çiçekler ve küçük çengel yapraklar, Yaprak desenli bordürler, sitilize bulutlar ve çeşitli hayvan figürleridir. 
 
Abit Yaşaroğlu

Osmanlı usulü “çaydan geçiş”

resim
Avni Özgürel
Eski usul çaydan geçirme: Adile Sultan ve Mehmet Ali Paşa Sultan Mahmud'un 1826 Mayıs'ında doğan kızı Adile, Osmanlı Sarayı'nın gözdesiydi denilse yeridir. Onun minicik boynuna babasının taktığı pırlanta maşallah bir şey değil, doğumu devlet katında kutlama, tebrikleşmeye vesile oldu. 
Topkapı arşivinde onun doğumu sırasındaki tedarik ayrıntısıyla kayıtlı. Yattığı odaya asılacak pırlantalarla süslü, biri yakut diğeri firuzeyle bezeli iki avizeden tutun, gezi çamaşırlarına, ara bezi olarak kullanılacak fitilli tülbetlere kadar.  Babası vefat ettiğinde 13 yaşındaydı Adile Sultan. Gerek ağabeyi Sultan Abdülmecid, gerekse Sultan Abdülaziz ona kimseleri layık görmez, kılına zarar gelmesini istemezlerdi.  Öyle ki Nakşibendi tarikatına bağlı olan kardeşlerinin dergâha gidip gelmesi dedikoduya yol açtığı halde kalbi kırılır diye peş peşe tahta çıkan iki padişah ona bir tarizde bulunmadı. Nitekim 20 yaş gibi o dönem düşünüldüğünde geç sayılabilecek yaşına kadar çıkan taliplerinin hepsi saray tarafından reddedildi.  
Muradına erdi ama...Sonunda muradına erdi Adile Sultan ve saray görevlilerinden Mehmet Ali Paşa'ya gönlünü kaptırınca isteği geri çevrilmedi. Nikâhları Hırka-i Saadet Dairesi'nde yapıldı. Şeyhülislam dokunaklı bir nutuk irad etti, sonra Ayasofya ve Sultanahmed camilerinin vaizleri dua okudular, ardından düğün başladı... İlk dört gün devlet erkânının tebriki, ziyafetler ve eğlenceyle geçti. 
Beşinci gün rahipler, patrik ve hahambaşının tebrikine ayrılmıştı. Altıncı gün İstanbul'daki kordiplomatiğe... Yedinci ve son gün Adile Sultan, Beylerbeyi Sarayı'ndan Valide Sultan'ın saltanat kayığıyla kendisine tahsis edilen ve bugün yerinde Mimar Sinan Üniversitesi olan Neşadabad Sarayı'na uğurlandı... Kendisine çeyiz olarak verilen Topkapı arşivinde kayıtlı mücevherler dahi sayfalar doldurur.  Mehmet Ali Paşa'nın, bir anda ulaştığı servet ve şaşaadan başının döndüğünü söylemeye lüzum yok. Yaptığı harcamaların ulaştığı boyut o denliydi ki, Sultan Mecid dayanamayıp bir gün ansızın Neşadabad'a çıkageldi ve 'Hain herif' diye eniştesini azarlamak zorunda kaldı. Bu azarın paşayı yola getirdiğini sanmak hayal... Sadece pek sevdiği Kağıthane âlemlerine kısa bir ara verdi o kadar... Sonra yine sandal safasına başladığı, hoşuna giden kadınlara laf attığı, kimini sandala aldığı Adile Sultan'ın kulağına geliyordu. Bunlardan biri tanıkları tarafından doğruca padişaha anlatıldı. 'Yakın arkadaşıymış...'  Mehmet Ali Paşa kadını kayığa almış, kıyıdan uzaklaşmış ve onunla hayli yakın olmuştu. Sultan Aziz işittiklerini ertesi gün kardeşine açıp dilerse hemen boşanmasını sağlayabileceğini söylediğinde, ondan, "Yakın arkadaşı olan bir tüccarın eşiymiş sandala aldığı... Karşı kıyıya geçmesine yardım için almış yanına. Maksadı yanlış anlaşılmasın diye de samimiyetini göstermek istemiş etrafa. Bana anlattı. Kötü bir niyetim yok, kardeşim yerinde evli barklı namuslu bir hanım dedi" cevabını aldı... 
Padişah daha fazla üstelemedi ablasını... Sadece yaverlerine, "Kırın ayağını şu itin" demekle yetindi. 
Sarayın adamları ikiletmedi bu lafı, bir eğlence gecesi çıkışında kıstırdılar Mehmet Ali Paşa'yı... Ardından görevlerinden azledildi. Abdülaziz'in öldürülmesinden sonra tahta çıkan 2. Abdülhamid de çok düşkündü Adile Sultan'a.  Ama o rica edip, "Evde bunalıyor, bir görev verin" dediği halde "Madem sen boşamıyorsun bunu nimet bilip şükretsin, dinlensin, fena mı" diyerek reddetti...
24.09.2006 Radikal

Eski İstanbul Hayatı

resim
OSMANLI İmparatorluğunun merkezi  olan İstanbul, tarihi, değerli eserleri ve tabii güzellikleriyle olduğu kadar, halkın yaşayış tarzıyla de ayrı bir özelliğe sahipti.
Eski İstanbul, her birinin ayrı bir tarihi ve ayrı bir hususiyeti olan semtleri, zevk ve eğlence yeri olan mesireleri, çarşıları ve kahvehaneleriyle yalnız Türklerin değil, yabancı ziyaretçilerin de hayran kaldığı bir şehir olmuştur.
Zaman zaman Türk edebiyatına da girmiş, eşsiz güzelliklerini ve eğlencelerini anlatan şiir- ler yazılmıştır. İstanbul'un zarif yalılar, köşkler ve bahçelerle bezenmiş sayfiyeleri, havasının ve suyunun güzelliği ile şöhret bulmuş mesireleri, halkın en fazla. rağbet ettiği yerlerdi. 
KAGITHANE İstanbul'un mesire yerleri arasında en meşhuru, III. Ahmed devrindeki Çırağan eğlenceleri ile tarihe geçmiş olan Kağıthane'dir. Buraya Kağıthane denmesinin sebebi, Bizanslılar zamanından kalma bir kağıt fabrikasının bulunmasından ileri gelir.
İstanbul'un fethinden sonra bir mesire yeri olan Kağıthane, bilhassa XVII. yüzyıldan sonra rağbet görmeye başlamıştı. Yazın tatil günlerinde buraya gelenler, gündüzleri hokkabaz, sihirbaz ve pehlivan güreşlerini seyrederek vakit geçirirler, geceleri ise saz alemleri yaparak eğlenirlerdi. 
Kağıthane en güzel ve en hareketli zamanını, zevk ve eğlenceye düşkün olan III. Ahmed devrinde yaşamıştı. Bu sırada Fransa'ya giden Yirmisekiz Mehmed Çelebi, dönüşünde Versailles sarayının köşk ve bahçe planlarını da beraber getirmişti. 
Sadrazam Damad İbrahim Paşa bu planlara göre Kağıthane'de altmış kadar köşk yaptırdı. Bu köşklerden en güzeli, Alibeyköy yakınlarında otuz sütun üzerine inşa ettirilen Sadabad kasrı idi. 
Kasrın önünde büyük bir havuz, etrafında çağ layanlar ve ağızlarından su fışkıran ejderha heykelleri vardı. Burada yabancı elçilere ziyafetler verilir, daha sonra bahçede düzenlenen çırağan eğlenceleri seyredilirdi. Bu eğlencelere Padişah ve yakınlarından. başka, İstanbul halkının ileri gelenleri de katılırdı. Bir kısmı arabalarla, bir kısmı da kayıklarla gelerek eğlenceleri seyrederlerdi. Bu devrin diğer bir özelliği de, lale  yetiştirme merakıydı. Köşklerin bahçelerinde yetiştirilmek üzere Avrupa'dan çeşit çeşit lale soğanları getirtiliyordu. Zamanla bu merak o kadar arttı ki, İstanbuldaki bütün bahçelerde yüzlerce çeşit lale yetiştirildi. Bu lalelerin her cinsine ayrı ayrı isimler verilmişti. İran'da Lôle-i duhteri denen bir Cins laleye İstanbul'da <Mahbub adı verildi.  
Bir soğanı 500 ile 1000 altın arasında satılıyordu. Sadrazam Damad İbrahim Paşa da Asafi  denen bir cins Jale yetiştirmişti. Zamanla lale satışlarının çoğalması fiyatların - artmasına sebep olmuştu. Buria rnani olmak için laleIerin bütün cinsleri tesbit edilerek hep' sine ayrı ayrı narh kondu. 
BAHARiYE   Kağıthane'den sonra Haliç'in güzel semtlerinden biri de Sultanların ve devlet ricalinin yalıları ile bezenmiş olan Bahariye idi. İstanbul'un fethinden sonra zengin ve kibar kimseleri oturdukları semtin imarına ilk başlatan Fatih Sultan Mehmed, burada bir imaret ve bir kervan- saray yaptırmıştı.  Ayrıca Padişahlar için de bir kasır inşa ettirilmişti. Bostan iskelesi ile kasrın arasında birbirinden güzel zarif yalılar mevcuttu. II. Mahmud devrine kadar bir sayfiye semti olan Bahariye daha sonraları bu hüviyetini kaybetmiştir.  
 
Şükran Hakkut Hayat  tarih Dergisi - ekim  1977-     Sh  76-77

Kağıthane Dönüşü Eğlenceleri

resim
Akşam güneşi batmaya başlarken emniyet görevlileri' halk'a evlerine dönme zamanının geldiğini hatırlatırlar, ihtarı dinlemeyenleri  Kağıthane'yi terke icbar  ederlerdi. O zamanlarda yaşayanların bildiği gibi dönüş gidiş, gibi dağınık olmaz planlı ve eğlenceli olurdu. Asıl eğlenceler dönüşte yapılırdı. Ecnebiler sandallarla, Sefaret memurları elçi kayıklarıyla dönüşü seyre çıkarlardı. Boğaziçi'nin büyük kayıkları, allı yeşilli bayraklar  ve renk renk kağıt fenerlerle donatılmış olduğu halde zurna havası tutturarak kayıkların kıç üstünde oynar böylece Boğaz'a doğru yol alırlardı.
Mahalle tulumbacıları darbuka, maşalı zil, çığırtmadan meydana gelen çalgı takımlarıyla hovarda ağzı maniler söyleyerek geçerlerdi. Bal ve yağ kapanları hamalları salapuryalara dalarlar davul ve düdüklerle memleket türküleri söylerler, çalıp çağırarak giderlerdi. Bir takım beylerin teşkil ettiği musiki heyetleri, kayık ve sandallarını birbirine yanaştırıp fasla başlarlar, kendilerini kadın ve erkek sandalları da yakından takip, ederdi. Bazı sandal meraklısı pehlivan yapılı delikanlılar narin sandallarda kürek çekerek birbirleriyle yarışırlardı. Mektep çocukları da dere kenarlarındaki sazlardan külahlar yapıp başlarına geçirirler güler oynarlardı. Bazı kimseler deredeki adacıklara sandallarını yanaştırır dönüş şenliklerini buradan seyir ederlerdi. Atlılar, arabalılar yollarda gah eğlenir gah giderler bir kısmı da: yol kenarındaki Silahtar Ağa meyhanelerine uğrar, kısa bir tezgah başı mermi yaparlardı. 
Bu suretle akıp giden deniz ve kara yolcularının  hepsi Bahariye'de toplanırlardı. Bu kalabalık Bahariye Deresi’nde o hale gelirdi ki, kayıktan kayığa geçilir, olurdu. Her kafadan bir ses çıkar, heyheyler dünyayı tutardı. Biraz sonra oradan da hareket başlardı. Cuma'ları Bahariye'ye gelen saraylılar, Bahariye Kasrında o zaman türemiş bulunan Ulahlılar adı verilen orkestra takımını köşkün bahçesine alıp çaldırırlar, bu ahenk ortalığa başka bir parlaklık verirdi.. 
 
Bu gün Bahariye'de mevcut harap yalılar o zaman zenginlerin mamur yalıları idi. Cuma'ları yalıların içleri ve dışları kibar, hatta vekil ve vezir misafirlerle hıncahınç dolar, karşılarındaki adalar da türlü çiçeklerle bezenmiş olduğundan misafirlerin bir takımı da bu adalara geçip neşeli sohbetler, gürültülü kahkahalarla Kağıthane dönüşünü seyrederlerdi. İşte bu hayhuylar ve neşeli eğlenceler inkılaplardan sonra yapılan şenlikleri andırırdı. Şu kadar ki  inkılap şenliklerinde söylenen milli marşlar yerine o zamanlar aşıkane şarkılar duyulurdu. 
 
Kağıthane'ye gidemeyen civar ahalisinden birçok kadınlar çoluk çocukları ile Fener ve Cibali İskele Meydanı’nda toplanırlardı. Buraların deniz kenarları her zaman süprüntü yığınları ile dolu olduğu için köpekler burunları ile deşip koklarken birbirleri ile hırlaşırlardı. Bu iğrenç mezbeleden Kağıthane dönüşünü seyredeceğiz diye birikenler. taşlar, direkler ve, toprak üstüne çömelerek bayağı satıcılarının bayat yemişlerini alıp yerlerdi. Halk dilinde buralara (Bitli Kağıthane) denilirdi.
 
BİR  ZAMANLAR  İSTANBUL TERCUMAN  1001 ESER  -BALIKHANE  NAZIRI ALİ RIZA  BEY  -SAYFA    209

15 Haziran 2012 Cuma

ğıthane geçmişiyle kucaklaş
18/12/2002  
RADİKAL - İSTANBUL - Bir zamanlar adına 'Barbyzes' denilen derenin kıvrım kıvrım aktığı Kâğıthane Vadisi, Bizans'ın da Osmanlı'nın da en önemli mesire alanıydı. Farklı iki medeniyete ev sahipliği yapsa da sosyal yaşamı hiç değişmedi.
Kâğıthane Deresi, Hintli tüccarların kumaşlarını iki çitilemeyle temizleyebildiği tek suydu. Suyun kirlenmemesi için kadınların çamaşır yıkaması fermanla yasaklanmış, vadideki ağıllar kaldırılmıştı.
Kâğıthane Köyü, 1722'de açılış şölenlerine ev sahipliği yaparak 'Sa'd-âbâd' adını aldı ve sanayileşmeyle birlikte kirlenmenin başladığı 1922'li yıllara kadar İstanbul'un en canlı seyir yeri oldu. 2. Mahmud, kızı Atiye Sultan'ın sarayını köyün karşısına kurdurdu. Biraz ilerisinde Kâğıthane ormanlarına avlanmak için gelindiğinde dinlenilsin diye Av Köşkü yapıldı.
Poligon Sarayı, Haliç'e yakın bir yerde. Sadabad Camii, adaşı sarayın yanı başında boy gösterdi. Çadır Köşkü ise su şırıltılarının orta yerinde hep yakın arkadaşı oldu.
Çeşme-i Nur, İmrahor Çeşmesi, Poligon Çeşmesi, Sünnet Köprüsü'nün üç yanında; Yeni Çeşme köyün karşısında kurularak Kâğıthane ayazmasının suyunu akıttı.
Belediye albüm çıkardı
İşte yüzyılların izini taşıyan Kâğıthane ve Sadabad günümüzde de
İstanbullular için alternatif bir mesire alanı olmanın çabası içinde. Ancak İstanbul sanayiisinin büyük bir kısmının bu vadide olması
'nostaljiye' dönüşü engelliyor.
Sadabad'ı canlandırmaya çalışan Kâğıthane Belediyesi, 'Kâğıthane'de Geçmiş ile Bugün' albümüyle, kaybolmaya yüz tutmuş tarihin geçmişteki haliyle bugünkü halini kıyaslama imkânı sundu.
Karakolhane
Karakolhane, mesire alanının güvenliğinden sorumlu 66. Yeniçeri Ortası'nın kullandığı yer. Günümüzde harap halde olan Karakolhane binası, 'Sadabad Projesi' ile elden geçirildikten sonra küçük ve büyük fayton yollarında hizmet verecek atların barınması için kullanılacak.
Kâğıthane Deresi
Bizans'taki adı 'Barbyzes' olan kıvrım kıvrım akan dere, kıyısında kağıt atölyeleri olduğu için Osmanlı döneminde adı 'Kâğıthane' olarak değiştirildi. Bu kağıt imalathanelerinin 2. Beyazıd dönemine kadar kullanıldığı biliniyor. Derenin kıyısında ise Bizans döneminde adı 'Pissa' olan 'Kâğıthane Köyü' bulunuyordu. Kâğıthane Deresi ve çevresi özellikle Sadabad Sarayı'nın yapılmasından sonra Osmanlı için büyük önem taşıdı. 60 gün süren şölenlerin düzenlendiği ve halkın piknik için geldiği bir yer oldu. Kayık sefalarıyla ünlü Kâğıthane Deresi, Osmanlı kadınlarıyla erkeklerinin aşk hikâyelerine tanıklık etti.
Ama her şey 1922 yılından sonra değişti. İstanbul'da sanayileşme ve nüfusun artışıyla birlikte fabrika atıklarının akıtıldığı Kâğıthane Deresi, şimdiki halini aldı.
Aziziye Camii
Sadabad Sarayı ile birlikte yaptırıldı, Patrona Halil İsyanı'nda yıkıldı. İki kez yeniden inşa edildi. Son olarak Sultan Abdülaziz, tahrip olan camiyi yeniletti. Bir kez yağmaya da sahne oldu, 1997'de restore edildi.
Atiye Sultan Sarayı
2. Mahmud'un kızı Atiye Sultan için Sultan Abdülaziz tarafından Batı mimarisiyle yaptırıldı. Ortada Hünkâr Kasrı, sağında selamlık binası, solunda ise ortası avlulu mutfak binaları vardı. Arka tarafında hamamı ve tek katlı at ahırından günümüze hiçbir iz kalmadı. Biraz yukarısında ise Av Köşkü vardı.
Atiye Sultan'ın ölümünden sonra 2. Abdülhamid şehzadeliğini bu sarayda geçirdi. Sık sık Kâğıthane ormanlarında gezintiye ve avlanmaya çıkardı. Bu gezilerinde Kâğıthanesu-yolları üzerinde başıboş kalmış suları belirleyerek   kullanılmasını sağladı. Tahta çıkmadan üç ay önce ünlü falcılardan Kâğıthane Köyü'nde yaşayan Afitap, Abdülhamid'in el falına bu sarayın önünde bakıp üç yıl sonra tahta çıkacağını söyledi.
Sadabad Sarayı
Birinci Sadabad Sarayı, Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Paris'ten getirttiği saray ve bahçe planlarından esinlenilerek Kâğıthane Deresi kenarına 1722'de yazlık saray olarak inşa ettirildi. Doğu-Batı sentezi mimarisi ile yapılan sarayla birlikte Cedvel-i Sim isimli kanal, iki havuz, üç seyir kameriyesi, iki çağlayan kaskad, biri ejderha başlı dört fıskiye, Herdeli Köşk ve bir çeşmenin yapımı sadece 60 günde tamamlandı. Mimarı Kayserili Mehmed Ağa olan sarayda, yabancı heyetlere devletin gücünü göstermek için görkemli şölenler düzenlendi. Saray ile Haliç arasında yapılan 173 kasır ve köşk, Patrona Halil İsyanı'nda tamamen yıkıldı.
2. Mahmud sarayı tekrar inşa ettirdi ve 'Sened-i İttifak'ı burada imzaladı. Meşrutiyet sonrasında kızlar yetimhanesi olarak kullanıldı. Daha sonra Harp Akademisi'ne dönüşen saray 1943'te tamamen yıktırıldı.

Eski İstanbul Hayatı OSMANLI İmparatorluğunun merkezi  olan İstanbul, tarihi, değerli eserleri ve tabii güz...