5 Haziran 2012 Salı

Laleleri yaşatıyor tarihi bitiriyoruz
Bülent Falakaoğlu / Şenay Kumuz
  • Memleketin her köşesinden tarih fışkırıyor da biz o tarihi ne kadar biliyoruz. Burnumuzun dibinde olup da değerini bilmediğimiz için ziyaret etmediğimiz onlarca yer var.
    Çoğumuz, yaşadığımız kentte yabancı turistler gibiyiz. Özellikle yedi tepeli İstanbul’da. Bilmediğimiz, gitmediğimiz, görmediğimiz daha o kadar çok tarihi yer, güzellik ve hoşluk var ki... “Elin adamının”, dünya para harcayarak koşa koşa geldiği, burnumuzun dibindeki güzellikleri biz görmüyoruz bile...
    Tarihi mirasa sahip çıkmak sadece bir turizm unsuru olarak düşünülemez elbette... Geçmişle gelecek arasında köprü kurmanın kaçınılmaz unsurudur tarihsel mirasımız. Geçmiş olmadan bir gelecek kurulumaz çünkü... Ama bize tarihe sadece buzlu camlardan bakmak öğretilmiş!
    Buzlu camların ardından seyrede seyrede gözlerimiz bozulmuş olmalı ki, burnumuzun dibindeki bu engin ve zengin tarihi küçültüle küçültüle kıyılmasını görmemiş, kabullenmişiz! Az da olsa buzlu camları dağıtanlarımız da var olmuş her zaman.
    Buzlu camlara çekiçle vuranlardan biri de Kağıthane Belediyesi Basın Danışmanı Hüseyin Irmak... Irmak, Lale Devri denilen dönemin merkezinde yer alan ve eski İstanbul’un en önemli mesire yeri olan Kağıthane’nin geçmişini Kağıthane Tarih Envanteri isimli kitapta topladı. Bölge tarihini adeta sıcak takibe alarak inceleyen kitap, yerin altında veya üstünde bulunan, günümüze gelmiş ya da gelememiş 62 yapı noktasının tüm hikayesini anlattı. Keyifle okunacak, çok şey öğrenilecek hikayeler...
    NE OLDU DA DEMİR YOLU YOK OLDU?
    Kağıthane ve Alibey derelerinin Haliç’e döküldüğü üçgende 1912 yılında Macar firması tarafından Silahtar Elektrik Santrali kurulur. 1914 itibariyle şehre elektirik vermeye başlayan santral, kömür ile çalışmaktadır. 1. Dünya savaşı koşullarında, savaş halinde olunan İngiltereden santral için ithal edilen kömürün sevkiyatı durur. Karadeniz Ereğlisi’nden kömür taşıyan Şirket-i Hayriye gemileri ise Rus donanması tarafından batırılmaktadır.
    Santralin, gemilerin ve diğer fabrikaların kömürsüz, şehrin elektriksiz kalma riski çözüm tartışmalarını beraberinde getirir. Araştırılır ve Bizans zamanından itibaren varlığı bilinen ama endüstüriyel olarak hiç kullanılmamış olan Ağaçlı ve Çiftalan havzası linyit kömürünün Santralde kullanılabilinir olduğu açığa çıkar. Taş kömürü ile üçte bir oranında karıştırılarak yakıldığında verim alındığı görülür. Ardından orman içinden Karadeniz’e Haliç’ten bir dekovil hattı kurulması kararlaştırılır.
    Resmi adı “Haliç Karadeniz Sahra Hattı”nda kullanılan prefabrik raylar, lokomotif ve vagonlar Tuna Nehri yoluyla Kağıthaneye getirilir. 62 kilometre uzunluğunda bir hat kurulur.
    Şimdi ‘Ne oldu bu demiryoluna?’ diye sormak lazımdır. Sormalıyız ki, ulaşım politikamızı sorgulayabilelim. Bugün yapılan yanlışların karşısına dikilebelim...
    KAĞITHANE BARUTHANESİ
    Osmanlı’nın İstanbul’daki ikinci baruthanesi, II. Beyazıt tarafından Kağıthane’ye kurdurulur. Baruthane ilk kurulduğunda ahşaptır. Fakat yangın ve patlama tehlikelerinin gösterdiği bazı riskler nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman zamanında kargire çevrilip, çatısı da kurşunla kaplanır. Baruthane Sultan İbrahim’in devri sona erdiği 1648 yılına kadar faaldir.
    Baruthane, Kurtuluş savaşı’nda önemli roller üstlenir. Çünkü şehirdeki  en büyük cephane ve silah depolarından biridir. Buradan çok mühimmat taşınmıştır gizlice, Kağıthane demiryolu üzerinden... Demiryolunun ( Haliç-Karadeniz Sahra Hattı) Başlangıç istasyonu Silahtarağa’da Kağıthane Deresi’nin Haliç ile birlleştiği noktadadır ve Baruthane’ye çok yakındır. Demiryolu ile gece sevkiyatı yapılacağı zamanlarda Kağıthane ve Ayazağa karakollarında görevli olan İngiliz ve İtalyan askerleri atlatılmalıydı. Bu sorun da köylerin ileri gelenleri tarafından köyün uygun bir yerinde tertiplenen ve karakol askerlerinin davet edildiği eğlencelerle halledilirdi. Çalgılı çengili eğlencelerde askerler sarhoş edilir, gecenin ilerleyen saatlerinde oluşan denetim boşluğunda tren, Kağıthane Baruthanesi’nden yüklediği mühimmatı Ağaçlı ve Karaburun köylerindeki iskelelere ulaştırırdı. Buradan da mühimmat teknelerle İnebolu’ya gönderilirdi.
    1930’ larda geçirdiği büyük bir yangın ile önemli oranda yok olan baruthaneden geriye kalan binalar ise kaderlerine terk edildi. Günümüzde o baruthanenin olduğu yer Beyoğlu Belediyesi idaresine bağlı Örnektepe mahallesinin içinde yer alıyor. Yakın tarihe kadar da TEKEL tarafından depo olarak kullanılan  binanın sağlam kalan bir bölümü dışındaki arazi ise yine yakın zamana kadar adaklık kurban barınma ve satış yeri olarak kullanıldı. Bu ‘hayırlı’ işlevin ötesinde, ülkenin özgürlüğü için ödenen bedelleri bilebilmek için orada o tarihi yaşatmak çok daha anlamlı olmaz mıydı?
    LİSTE ÇALIŞMASININ ÇOK ÖTESİNDE
    Haliç’ten kuzeye doğru, vadi boyunca adım adım ilerleyen, ele aldığı her örneğin haritadaki yerini, ada-pafta ve adres bilgilerini, eski ve yeni fotoğraflarla beraber yaşadığı macerayı aktaran kitap, kuru bir tarih anlatımının yerine canlı bir sürecin takibini yapıyor.
    Gerek binin üzerindeki görsel malzeme üzerinden, gerekse arazi üzerinden gerçekleştirdiği takip hikayesini, resmi yazışma örnekleriyle zenginleştirerek sayfalarına alan Kağıthane Tarih Envanteri, bir listeleme çalışmasından çok kapsamlı bir tarih kitabı niteliğinde...
    Vaktiyle Kağıthane’de yer alan Osmanlı yazlık saraylarını, su mimarisinin özgün örneklerini, köşk ve kasırları, köprüleri, çeşmeleri, ayazmaları, köy hayatını, mesire alanının ekolojik ve sosyal özelliklerini, anıtsal ağaçları ve doğal yaşamı, Bizans dönemi eserlerini, su yolları üzerinde bulunan sanat yapılarının acıklı öyküsünü sunan kitap; son yirmi yılın canlı tanıklığını da yapıyor.
    İlçe tarihine bilimsel titizlikle ışık tutan Kağıthane Tarih Envanteri, son bölümünde vadinin 2010 halini panoramik fotoğraflar ve bilgilerle sunarken, zengin bir bibliyografya listesi vermeyi de ihmal etmemiş.
    Peki neden bunca emek sorusunun cevabını ise yazarından dinleyelim: İstanbul’da belki de izleri en acımasızca silinen bir ilçenin tarihini derlerken, ne kadar büyük bir aymazlıkla, nasıl kötü bir perspektifsizlikle davranıldığını göstermek, bundan ders alınmasını sağlamak, en azından denemekti. Neredeyse tamamen silinmiş bir tarihin ortaya çıkarılmasının da diğer yerel kurumlara, bilim kuruluşlarına örnek oluşturmasını da istedik. Neler yapılabileceğini göstermek de istedik...”
    Umarız görülür. (İstanbul/EVRENSEL)

    BİR ZAMANLAR YEŞİLÇAM’IN PLÂTOSUYDU!
    Kağıthane’de bir tane bile sinema yok. Oysa 1974’lerde Kağıthane’nin 12 mahallesinde toplam 17 sineması varmış. Bunların 9’u kapalı, 8’i açık sinemaymış.
    Bugün ise Kağıthane’nin 19 mahallesi var ama bir tane bile sineması yok. Eski sinemalar 1980-85 yılları arasında yok olmuş. Sinemaların binaları, iş merkezi, büro binası, otopark ve pasajlara dönüşmüş. Oysa Kağıthane bir zamanlar Yeşilçam’ın platosu gibiymiş. Filmlerin birçoğu Kağıthane’de çekilmiş.
    Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Leblebici Horhor Ağa (1923), Lütfü Akad’ın yönettiği, başrollerini Ayhan Işık ve Gülistan Güzey’in paylaştığı İngiliz Kemal Lawrence’e Karşı (1952), yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, Türkan Şoray’ın oynadığı Yedi Kocalı Hürmüz (1971), yönetmenliğini Ergin Orbey’in yaptığı, Kemal Sunal’ın oynadığı Meraklı Köfteci (1976), Atıf Yılmaz’ın yönettiği ve başrollerini Kadir İnanır ile Hale Soygazi’nin paylaştığı Bir Yudum Sevgi (1984) bu filmlerden bazıları.

    BİR SAFİYE AYLA GEÇTİ BURADAN
    Açılışından itibaren İstanbul Radyosu olmak üzere Türkiye radyolarında sayısız konser veren, beş yüzden fazla plak dolduran, büyük beğeni toplayan sesiyle ünü yurt sınırlarını aşan Safiya Ayla da Kağıthane’nin tarihinde yer alıyor.
    Mısırlı Hicazizade Hafız Abdullah Bey’in kızı olan Safiye Ayla, henüz doğmadan babası hayatını kaybetmiş. Annesini de üç yaşındayken kaybeden sanatçı daha sonra yetimhaneye verilir. Çocukluğu Kağıthane’deki Çağlayan Yetimhanesinde geçmiş Safiye Ayla’nın Sadabad Camii’ndeki fotoğraflarından iki tanesini Kağıthane Tarih Envanteri’nde bulmak mümkün.

    TÜRKAN SAYLAN’IN ÇOCUKLARININ İSİM KAYNAĞI...
    Vaktiyle Sadabad Sarayı’nın önünde bulunan çağlayanlar, ilk evliliğinde Kağıthane’ye gelin gelen Türkan Saylan’ın çocuklarına verdiği isimlerin ilham kaynağıdır.
    Saylan’ın iki çocuğunun adları Çağlayan ve Çınar’dır. Hüseyin Irmak’ın, Kağıthane hakkında Saylan’la yaptığı görüşmede kendisi; çocuklarından birine Cendere Vadisi’nin ucunda bulunan anıt çınar ağacından dolayı “Çınar” ismini verdiğini söyler. O çınar, Cendere Su Terfi İstas-yonu’nun arka bahçesinde bulunuyor ve yaklaşık 700 yıllık olduğu rivayet ediliyor. Sayan ayrıca diğer çocuğuna da Sadabad Sarayı önünde bulunan (Ve günümüze ancak kalıntıları gelebilen) çağlayanlardan ötürü “Çağlayan” ismini verdiğini anlatmış.

    BİR KALINTISI BİLE OLMAYAN SARAY!
    Polgon Sarayı, Almanya’dan satın alınan Mavzer tüfeklerinin denemesi için yapılan atış poligonunun baş tarafına, padişahın talimleri seyredebilmesi, atışı yapabilmesi ve gerektiğinde dinlenebilmesi için 1888-89’da kuruldu.
    İttaki Terakki’nin ünlü tetikçisi Yakup Cemil 11 Eylül 1916 Pazartesi günü 14 Tüfekli bir idam mangası tarafından burada kuşuna dizilir. 1950’lerde binalar ve arazisinin mülkiyeti İstanbul Elektrik Tramvay Tünel İdaresine (İETT) devredilir.
    1954’ün başında burada “Karaağaç Havagazı İdaresi” Gazhane inşaatı başlatılır. İnşaat sırasında yapımcı firma tarafından çekilen fotoğraflarda 1955’e kadar saraya bağlı binaların yerinde durduğu görülmekte. İnşaatın bitiminde (veya  hemen sonrasında) saray ortadan kaldırılır. Alan uzun yıllar havagazı ve kömür İşletmesi olarak bacasından pis dumanlar yayarak 1990’lara kadar gelir. Daha sonra kaldırılan tesisin yeri İETT otobüslerinin garajı olarak kullanılır.
    Günümüze kalan hiçbir mimari izi olmayan sarayın bazı fotoğraf ve kartpostallarının yanı sıra İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde iki adet tablosu bulunuyor.

    SIRA DIŞI BİR BASIN DANIŞMANI
    Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon Bölümü mezunu olan ve Halkla İlişkiler dalındaki yüksek lisansını da aynı okulda yapan Hüseyin Irmak, Tercüman ve Güneş gazetelerindeki muhabirlik dönemlerinin ardından başladığı Kağıthane Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini halen sürdürmektedir.
    Yazarın daha önce yayınlanmış Yaşadığım Kurtuluş ve Dinler Arası Sevda Türküleri adlı iki kitabı bulunmakta...
    Yazar Hüseyin Irmak Kağıthane belediyesin de Çalıştığı süre boyunca Kağıthane Tarihi Envanteri ile birlikte bir çok önemli çalışmaya da imza attı. İstanbul’a gelen iki Tren hattı dışında üçüncü hattın varlığını keşfetti. Hattın yeniden inşası için yapılan çalışmada dayanağı haline geldi.
    Tarihi Kağıthane köyüne ait ilkokul (Yazar Adnan Özyalçıner’in de okuduğu) (Sıbyan Mektebi) binasının, yerine paralı tuvalet yapmak üzere yıktırılmasını son anda önledi.
    İçinde Kağıthane veya Sadabad kelimeleri geçen tüm eski şarkıları derledi ve Kalan Müzik’e “Kağıthane Şarkıları” ismiyle CD-kitap ve kaset olarak yaptırdı.
    evrensel.net - Güncelleme tarihi: 2012-04-29 18:44:43

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eski İstanbul Hayatı OSMANLI İmparatorluğunun merkezi  olan İstanbul, tarihi, değerli eserleri ve tabii güz...