15 Haziran 2012 Cuma

ğıthane geçmişiyle kucaklaş
18/12/2002  
RADİKAL - İSTANBUL - Bir zamanlar adına 'Barbyzes' denilen derenin kıvrım kıvrım aktığı Kâğıthane Vadisi, Bizans'ın da Osmanlı'nın da en önemli mesire alanıydı. Farklı iki medeniyete ev sahipliği yapsa da sosyal yaşamı hiç değişmedi.
Kâğıthane Deresi, Hintli tüccarların kumaşlarını iki çitilemeyle temizleyebildiği tek suydu. Suyun kirlenmemesi için kadınların çamaşır yıkaması fermanla yasaklanmış, vadideki ağıllar kaldırılmıştı.
Kâğıthane Köyü, 1722'de açılış şölenlerine ev sahipliği yaparak 'Sa'd-âbâd' adını aldı ve sanayileşmeyle birlikte kirlenmenin başladığı 1922'li yıllara kadar İstanbul'un en canlı seyir yeri oldu. 2. Mahmud, kızı Atiye Sultan'ın sarayını köyün karşısına kurdurdu. Biraz ilerisinde Kâğıthane ormanlarına avlanmak için gelindiğinde dinlenilsin diye Av Köşkü yapıldı.
Poligon Sarayı, Haliç'e yakın bir yerde. Sadabad Camii, adaşı sarayın yanı başında boy gösterdi. Çadır Köşkü ise su şırıltılarının orta yerinde hep yakın arkadaşı oldu.
Çeşme-i Nur, İmrahor Çeşmesi, Poligon Çeşmesi, Sünnet Köprüsü'nün üç yanında; Yeni Çeşme köyün karşısında kurularak Kâğıthane ayazmasının suyunu akıttı.
Belediye albüm çıkardı
İşte yüzyılların izini taşıyan Kâğıthane ve Sadabad günümüzde de
İstanbullular için alternatif bir mesire alanı olmanın çabası içinde. Ancak İstanbul sanayiisinin büyük bir kısmının bu vadide olması
'nostaljiye' dönüşü engelliyor.
Sadabad'ı canlandırmaya çalışan Kâğıthane Belediyesi, 'Kâğıthane'de Geçmiş ile Bugün' albümüyle, kaybolmaya yüz tutmuş tarihin geçmişteki haliyle bugünkü halini kıyaslama imkânı sundu.
Karakolhane
Karakolhane, mesire alanının güvenliğinden sorumlu 66. Yeniçeri Ortası'nın kullandığı yer. Günümüzde harap halde olan Karakolhane binası, 'Sadabad Projesi' ile elden geçirildikten sonra küçük ve büyük fayton yollarında hizmet verecek atların barınması için kullanılacak.
Kâğıthane Deresi
Bizans'taki adı 'Barbyzes' olan kıvrım kıvrım akan dere, kıyısında kağıt atölyeleri olduğu için Osmanlı döneminde adı 'Kâğıthane' olarak değiştirildi. Bu kağıt imalathanelerinin 2. Beyazıd dönemine kadar kullanıldığı biliniyor. Derenin kıyısında ise Bizans döneminde adı 'Pissa' olan 'Kâğıthane Köyü' bulunuyordu. Kâğıthane Deresi ve çevresi özellikle Sadabad Sarayı'nın yapılmasından sonra Osmanlı için büyük önem taşıdı. 60 gün süren şölenlerin düzenlendiği ve halkın piknik için geldiği bir yer oldu. Kayık sefalarıyla ünlü Kâğıthane Deresi, Osmanlı kadınlarıyla erkeklerinin aşk hikâyelerine tanıklık etti.
Ama her şey 1922 yılından sonra değişti. İstanbul'da sanayileşme ve nüfusun artışıyla birlikte fabrika atıklarının akıtıldığı Kâğıthane Deresi, şimdiki halini aldı.
Aziziye Camii
Sadabad Sarayı ile birlikte yaptırıldı, Patrona Halil İsyanı'nda yıkıldı. İki kez yeniden inşa edildi. Son olarak Sultan Abdülaziz, tahrip olan camiyi yeniletti. Bir kez yağmaya da sahne oldu, 1997'de restore edildi.
Atiye Sultan Sarayı
2. Mahmud'un kızı Atiye Sultan için Sultan Abdülaziz tarafından Batı mimarisiyle yaptırıldı. Ortada Hünkâr Kasrı, sağında selamlık binası, solunda ise ortası avlulu mutfak binaları vardı. Arka tarafında hamamı ve tek katlı at ahırından günümüze hiçbir iz kalmadı. Biraz yukarısında ise Av Köşkü vardı.
Atiye Sultan'ın ölümünden sonra 2. Abdülhamid şehzadeliğini bu sarayda geçirdi. Sık sık Kâğıthane ormanlarında gezintiye ve avlanmaya çıkardı. Bu gezilerinde Kâğıthanesu-yolları üzerinde başıboş kalmış suları belirleyerek   kullanılmasını sağladı. Tahta çıkmadan üç ay önce ünlü falcılardan Kâğıthane Köyü'nde yaşayan Afitap, Abdülhamid'in el falına bu sarayın önünde bakıp üç yıl sonra tahta çıkacağını söyledi.
Sadabad Sarayı
Birinci Sadabad Sarayı, Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Paris'ten getirttiği saray ve bahçe planlarından esinlenilerek Kâğıthane Deresi kenarına 1722'de yazlık saray olarak inşa ettirildi. Doğu-Batı sentezi mimarisi ile yapılan sarayla birlikte Cedvel-i Sim isimli kanal, iki havuz, üç seyir kameriyesi, iki çağlayan kaskad, biri ejderha başlı dört fıskiye, Herdeli Köşk ve bir çeşmenin yapımı sadece 60 günde tamamlandı. Mimarı Kayserili Mehmed Ağa olan sarayda, yabancı heyetlere devletin gücünü göstermek için görkemli şölenler düzenlendi. Saray ile Haliç arasında yapılan 173 kasır ve köşk, Patrona Halil İsyanı'nda tamamen yıkıldı.
2. Mahmud sarayı tekrar inşa ettirdi ve 'Sened-i İttifak'ı burada imzaladı. Meşrutiyet sonrasında kızlar yetimhanesi olarak kullanıldı. Daha sonra Harp Akademisi'ne dönüşen saray 1943'te tamamen yıktırıldı.

5 Haziran 2012 Salı

 BUZAS 
Kentin bugün yayıldığı alan üzerinde bulunan ilk yerleşme izleri 300 bin yıl öncesine gidiyor. Belki bunlardan daha önceleri de insanlar geçmişti. Henüz boğazların açılmadığı, karaların kesintisiz olduğu yüz binlerce yıl öncesinde, Afrika'dan çıktıkları varsayılan insanların Avrupa'ya doğru yürüyüşlerinde, bu bölge zorunlu geçitlerden biriydi. İstanbul çevresinde pek çok yerde, yüz binlerce yıl öncesine ait ilkel aletler, insan topluluklarının izleri bulunuyor. Küçükçekmece gölünün yakınındaki Yarım Burgaz mağaralarında 300 bin yıllık insan izlerine rastlandı. Bostancı ve İçerenköy'de, Avcılar'da, Haramidere'de, Dudullu çevresinde, Boğazın Anadolu Yakasında Göksu Deresi boylarında 100 bin, 50 bin, 15 bin yıl öncesine ait yerleşme izleri var. M.Ö. 1200'lerde İlliryalı'ların göçe zorladıkları Trak'lar, Frigya'lılar, Bitinya'lılar İstanbul yakınlarına yerleşmeye başlar.
Tarihin babası sayılan Halikarnassoslu Heredotes Bizantion'un 17 yıl sonra kurulduğu bilinirken, Eusebius Halkedon'un kuruluş tarihini 685, Bizantion'unkini 660 olarak verir. Şehrin kuruluşuna ilişkin bir başka gerçek Megaralıların tüccar bir halk olduğu, daha önce Sicilya'da da ticaret kolonileri kurdukları; ticaretin, kolonilerin kurulmasının başlıca etkenleri bulunduğudur. Bu olgu Megara'lıların kentlerini kurmak için neden bugünkü Sarayburnu-Topkapı Sarayı çevresini seçtiklerini açıklar.
Bu noktadan itibaren kentin kuruluşuna ilişkin olarak tarihsel verilerle efsaneler bazen çatışıp, bazen birbirlerini tamamlayarak iç içe geçer. Hem tarihe, hem de efsaneye göre, kentin efsanevi kurucusu, Bizantion'a, daha sonra Bizans'a adını veren Bizans'tır (Byzas, Buzas, Vizas). Peki Bizans kimdi? Büyük ihtimalle Megaralı kolonistlerin belki bir asil, belki girişken ve zengin bir tüccar olan reisiydi. Bu adın Trak kökenli olduğu iddiaları da vardır ve Bizans efsanelerinin bazı bölümleri veya bazı değişik anlatımları bu iddialara güç kazandırmaktadır.
Bizantion'un kuruluşunu ve İstanbul Boğazı dahil çevrenin oluşumunu açıklayan efsanelerden en yaygın olanına göre, Olimpos'un en büyük tanrısı, çapkınlığıyla ünlü Zeus, Argos Kralı'nın güzelliğiyle ünlü kızı İo'yu görür ve ona vurulur. Zeus'un karısı Baştanrıça Hera, bu aşkı öğrenince kıskanarak öfkelenir ve İo'dan intikam almak ister. Zeus, İo'yu korumak için, kızı beyaz bir inek şekline sokar. Ama Hera, ineğin başına bir dev nöbetçi koyar. Zeus, habercisi tanrı Hermes'i gönderip devi öldürtür. Bu kez Hera, İo'nun rahatını kaçırmak için ona bir atsineği musallat eder. İnek şeklindeki İo, sinekten kurtulmak için kendini sulara atar ve Boğazı yüzerek geçer.
Efsanenin bir başka anlatımına göre, Boğaz'ı geçerken derin vadi sularla dolar ve Boğaz böylece oluşur. Boğaziçi'nin Yunanca adı olan "Bosforos" sözcüğü "boos":sığır ve "foros":delmek, geçmek sözcüklerinden oluşmuştur. Sinekten ve Hera'nın öfkesinden kurtulmaya çalışan İo, Boğaz'ı geçip Haliç'e varır; burada, Kidaros (Alibeyköy) ve (Kağıthane) dereleri arasındaki tepede Keroessa adlı bir kız doğurur. Keroessa'yı su perisi Semestra büyütür. Kız büyür ve deniz tanrısı Poseidon'dan hamile kalır. Bizas adı verilen bir erkek çocuğu doğurur. Bizas, tanrı Apollon ve babası Poseidon'un yardımıyla kentini surlarla çevirir. Trakyalılar kente saldırdığında onları yener. Zaferlerinde baş yardımcısı karısı Fidaleia'dır.
Efsanenin bir başka anlatım biçimine göre, Bizas Trak kralıdır ve Kral Barbisios'un kızı ile evlidir. Bizantion'u kayınpederinin yardımıyla karısı Fideleia için kurmuştur.

Yenıden Sadabad'a Çıkılacak

6 Ocak 2001 / -aksiyon
Öyle yerleri var ki İstanbul'un, tarihte pek çok olayın cereyan ettiği bir sahne olduğunu tahmin etmek bile mümkün değildir. Çünkü bu yerlerin çoğu tarihi kimliklerinden uzak kalmışlardır.
Bir dönem Osmanlının siyasi ve sosyal hayatının en çarpıcı yaşantısına şahitlik eden Kağıthane bu mekanların başında geliyor. Kağıthane sanıldığı gibi saray erkanının sefahat yaptığı bir yer değil, zengin—fakir bütün İstanbul halkının mesire yaptığı, sarayın halka açıldığı, hıdrellez şenliklerinin, güreş, cirit, polo, ok yarışmalarının yapıldığı, hokkabazların, cambazların zaman zaman gösteriler yaptığı bir mekan imiş.

Miss Julia anlatıyor

Asırlar boyu Şark'ın vitrininde mahcup bir güzel gibi oturan İstanbul, çok sayıda Batılı gezgine esin kaynağı olmuş. Bugün İstanbul'un geçmişini incelerken bu gezginlerin tuttukları seyahatnamelerden faydalanıyoruz. 18. yüzyılda İstanbul'a gelen gezginlerden Miss Julia Pardoe'nin yazdıkları Kağıthane'nin şaşaalı devrini anlatıyor; "İstanbul'a yakın en güzel yerin Kağıthane olduğu, kuşku duyulmaz bir gerçektir. Avrupalılar buraya "tatlı sular vadisi" derler. Bu ad, şairane olduğu gibi, buraya yakışıyor da. Birgün, Kağıthane'ye hayran olan birkaç dostumla orada buluşmuştuk. O günün tadını hiç unutamam. Sanki güneşin dünyayı en çok aydınlattığı bir zamandı. Padişahın bazı gözde paşaları ile ok atmada olduğunu anlayınca, kendisini bir kez görmeye karar verdik ve oklarını hedefe doğru fırlatan okçuların bulunduğu yere geldik. Padişah saray görevlilerinden birinin, kutsal varlığı üzerine tuttuğu kırmızı bir şemsiye altında oturuyordu. Uzun ve güneşli bir yaz gününün, Kağıthane'den başka, dünyanın hiçbir yerinde daha güzel geçirilebileceğini sanmıyorum."

İlk sivil mimari

Kağıthane, ismini Bizans'tan beri burada faaliyet gösteren kağıt imalathanelerinden alıyor. Devlet—i Aliye'nin gözde mekanı olması ise, Kanuni Sultan Süleyman'ın avlanmak için özellikle Kağıthane'yi tercih etmesinden sonradır. Fakat Kağıthane, esas önemine 3. Ahmet'in padişahlığı döneminde, kimine göre Batılılaşmanın, kimine göre zevkü sefanın yaşandığı Lale Devri'nde kavuşur. Herşey 28 Çelebi Mehmet'in 1720—1721'de yaptığı Fransız gezisinden sonra başlar. Çelebi Mehmet'in gezi dönüşü sunmuş olduğu rapor 3. Ahmet'i oldukça etkiler. Hemen Kağıthane'de yeni bir yapılaşmanın başlatılmasını emreder. O dönem Sadabad'daki inşa faaliyetleri imparatorluk tarihinin ilk sivil mimari çıkışına sahne olması bakımından da dikkat çekicidir. Tarihçilere göre bu çıkış ile saray, halka da açılmaya başlar. Kağıthane'de toplam 60 civarında köşk, kasır ve saray inşa edilir. Çeşme, köprü, kitabe ve buna benzer bütün yapı unsurlarının sayısı ise 170'tir.

Lale Devri'nin sembolüydü

3. Ahmet, 1. Sadabad Sarayı'nı su ve bahçe düzenlemeleriyle birlikte Kağıthane'ye kurdurtur. İnşaat mayıs—temmuz dönemi gibi kısa bir sürede bitirilir. Derenin yatağı değiştirilir ve su oyunlarına uygun hale getirilir. Saray ise havuzun içindeki mermer direklerin üzerine oturmaktadır. Derenin suyu kaskatlar inşa edilerek çağlayanlar üzerinden akıtılıp havuza verilir. "Fetihten Sonraki İstanbul" kitabında Feridun Dirimtekin, Fransız Yüzbaşısı Pertsiver'in gözlemini aktararak 3. Ahmet'in sarayı yaptırırken Paris civarında bulunan Marly Köşkü'nü örnek aldığını ifade ediyor. Giderek gözde bir yer halini alan Kağıthane, Patrona Halil ayaklanması ile tahrip edilir. Sadabad'ın onlarca köşkü 3 gün içinde yerlebir olur. Ayaklanma bastırıldıktan sonra 1. Mahmut, 2. Sadabad Sarayı'nı yaptırır. Bir dönem sonra eskiyen sarayın yerine yenisini 3. Selim yaptırır. Üçüncü saray, asıl adıyla Çağlayan Sarayı ise buraya kurulan son saraydır. 1943 yılında yıktırılıp, yerine Levazım Okulu binası inşa ettirilir, mermer havuz ve su düzenekleri ile bahçeler de yokedilir. Sadabad 18. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde yeniden harap duruma düşer. 3. Selim'in buradan çok hoşlanmasıyla beraber 1809'da bir kez daha yapılaşma ve onarıma tanık olur. Ayrıca Kağıthane'de bir kağıt imalathanesi kurulur. Rusçuklu Mehmet Emin Behiç Efendi'nin kağıthaneyi işletebilmek için büyük harcamalar yapması kısa süre sonra kapanmasını engelleyemez.

2. Abdülhamit halka açtı

Kağıthane, birçok eğlencelere sahne olmaya başladığı 1600'lü yılların başından 20. asrın ortalarına kadar mesire ve eğlence yeri olma özelliğini korur. Bu faaliyetlere halkın da katılması ise 2. Abdülhamid zamanına denk düşer. 2. Abdülhamid gözde sivil ve askeri okulların öğrencilerine her yaz başında kuzu ziyafetleri çekip, çocukları mesire yerinde toplu halde sünnet ettirir.

Kağıthane âlemleri eski halk takvimine göre kasım günlerinin başına kadar sürerdi. O günlerin anlatımıyla; "Mart dokuzu fırtınası savulduktan sonra mesire kalabalıklaşmaya başlar, nisan girince civcivlenir, hıdrellezde mahşer gibi olurdu." Bilhassa cuma günleri, Sadabad mesiresinde adım atılacak yer bulunmazdı. Kağıthane'de yapılacak eğlenceler ve Kağıthane'ye gitmek İstanbullular arasında "Kağıthaneli olmak" deyimiyle adlandırıldı.

Sadabad'ın sonu

Kağıthane'nin parlak günlerinin sona ermesi İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar. II. Abdülhamit döneminde de gözde saray binalarının yer aldığı Sadabad, çevresinde bulunan çeşitli dönemlere ait yapılarla birlikte 1940—1945 yılları arasında tümüyle yıktırılır. Kağıthane deresinin tıkanmasıyla bütün vadiyi su basınca, Sadabad'dan kalan son mermer kaskad çanakları da sökülür ve geriye bir zamanların efsane Kağıthanesinden, iki çeşme ile hasbahçenin birkaç ağacı ve bir cami kalır. O görkemli doğal güzellik yerini baca dumanına ve bir kefeye konamayan renkte akan sulara terkeder. 1950'den sonra Haliç ve kıyılarının, ağır ve orta sanayiye açılmasıyla birlikte sanayi bölgesi haline gelir. Ve yeni bir isim alır; "Sanayi Kağıthanesi".

Nedim ve Tarancı

Devrin meşhur şairlerinden Nedim'in şiirinde, geçmişteki Kağıthane'nin; Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirinde ise bugünkünün yorumunu görmek mümkün. Nedim; "Bir safâ bahş edelim gel şu dil—i nâşâde/Gidelim serv—i revânım yürü Sa'd—âbâd'e/İşte üç çifte kayık iskelede âmâde/Gidelim serv—i revânım yürü Sa'd—âbâd'e" diyor. Tarancı ise "Nedim'e dair" isimli şiirinde; "Mevsimin tam lale zamanı/Geçtim bir akşam Sadabat'tan, Koltuğumda Nedim divanı. Sorma ne kalmış o hayattan?/Ne def—i gam eyleyen şarap/Ne mesti—naz... Sadabat harap. Sadabat değil, Kağıthane;/Çingenenin fal baktığı yer;/Lale devri ancak efsane. Koca Nedim? N'oldu o günler?/ Dilde lezzet bunca mısraın/ Söylemiyor nerde mezarın" diyor.

"Yeniden Sadabad Günleri"

Her ne kadar eski Kağıthane'den bugüne birşey kalmamış olsa da eskiye dönüş için çalışmalar da yapılmıyor değil. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin maliyeti toplam 9 trilyonu bulan Sadabad'ı diriltme projesi Haziran 98'de başladı ve 2002'de bitirilmesi planlanıyor. "Yeniden Sadabad Günleri" projesiyle Sadabad Mesire Alanı'nda yeşil alan düzenlemesine gidilecek ve doğal çayırlıkların üzeri ağaçlandırılacak. Her mevsim bölgenin yeşil görünmesini sağlayacak çınar, ıhlamur, karaağaç, dışbudak, kestane, meşe, çitlenbik, erguvan ve defne ağaçları dikilecek. Aziziye Camii'nin yakınında geçmişte var olan Karakol Binası restore edilerek kır kahvesine dönüştürülecek. Bu mekanda orta oyunlarının gerçekleştirilmesi düşünülüyor. Günümüze kadar gelen tarihi koğuş yapı ise restore edilerek lokantaya dönüştürülecek. Vadide meydana gelen tarihsel süreç içerisindeki değişim nedeniyle İmrahor Köşkü'nün otantik mekanından farklı bir alana taşınması planlanıyor. Kağıthane üzerinde bulunan viyadük günümüz tekniğini yansıttığından viyadük altı tamamen çağdaş bir yorumla yeniden tasarlanacak.

Dere boyunca uzanan yol üzerinde dinlenme ve seyir amaçlı çardaklar ile dere kıyısında çeşitli noktalarda kayıkların yanaşmasına olanak sağlayan rıhtımlar tesis edilecek. Bölgede ayrıca ayaklı ve asma tipte ahşap kuş evleri bulunacak. Açık mesire alanlarında cirit oyunları, güreş karşılaşmaları, açık hava konserleri yapılabilecek. Vadi içinde insanlara zarar vermeyecek sincap, tavuskuşu, su kuşları gibi bazı hayvanların serbestçe dolaştırılması düşünülüyor. Vadiye geçmişi anlatan heykeller ve tarihi kıyafetler içinde insan figürleri yerleştirilecek. Kağıthane Deresi'nin, ıslah çalışmaları sonucunda eni 25 metreden 45 metreye kadar değişen ve özgün yatağından tamamen farklı oluşturulmuş betorname bir kanal içinde akmasının sağlanılması düşünülüyor.

Projenin en önemli bölümlerinden biri de tarihsel yapıların yeniden inşa edilecek olması. Bunlar yapılırken tarihten intikal etmiş belgelerden istifade edilecek. Restorasyonda Çağlayan Sarayı; önündeki havuz, fıskiye, Kasr—ı Cenan, Çağlayanlar, su köşkleri ve Cedvel—i Sim ile tam bir uyum arzettiğinden, aynı zamanda bu düzenlemenin Sâ'dâbâd'ın kalbi olması sebebiyle bütünüyle yeniden canlandırılması projenin en önemli aşamalarından bir tanesi. Proje tamamlandığında İstanbulluların nefes alabileceği yeni bir mekan doğacak.
Arif Nihat Asya'ya
Ağabey,buradan sual edersen,
Türkçe gagalandı,isimlere bak.
'Terazi kendini tarttı mı? ' dersen,
Boş kefe yukarda kısımlara bak.

Unuttuk ekmeğin,unun hasını,
Melaminden yaptık çorba tasını,
Şükür deldik ozon tabakasını(!) ,
Gökyüzünde gezen cisimlere bak.

Çalışanlar inek,düşünen hindi,
Yıldız 'star' oldu sahneye indi,
Kasetler,TV'ler çok moda şimdi,
Gel bir de verilen rüsumlara bak.

Kimse sormuyor ki 'Evvel ne idim? '
Kışın Uludağ var,yazın da Didim,
Sadabad ararız hepimiz Nedim,
Yanımızda gezen hısımlara bak.

Enteller 'her dilden anlarız' der de,
Ebcet düşüreni ararlar yerde,
Yazı yok,kupon var gazetelerde,
Bir de bastıkları resimlere bak.

'Beş Ocak ne? ' diye sorsan adama,
Bakar yanındaki süslü madama,
Daha çok şeyleri söylerdim amma,
Etraftaki Molla Kasım'lara bak.

Arif'sin,bilirsin Hak zulmü yener,
Ay gelir,gün geçer bu devran döner,
Elbette sahnede son perde iner,
Asya'dan dal vermiş Asım'lara bak.

Mehmet Ali Kalkan
Dağlar
Çekmece'den Maltepe'den ileri
Gitmemiş Sâdâbâd çelebileri
Alem tepesine Alemdağ derler...
Böyle bilmiş böyle yazmış eserler.

Dağlar var karanlık, dağlar var beyaz.
Korka korka eteğinden öper yaz;
Ağrıdağ, Babadağ, Gâvurdağ, Ilgaz
Kubbelerdir...dolaşır, aşılmaz.

Tendürük'te, Kop'ta Palandöken'de
Kurtların payı var gelip geçende...
Ki alırlar vermek istemesen de!

Dağlar var, tahtından inmeyen sultan
Dağlar var, yapılmış bundan, buluttan...
Dağlar var ki Bingöl, Binboğa, Süphan,

Medetsiz'ler, Mor'lar, Nur'lar, Yıldız'lar;
Karalar, Kızıllar, Bozlar, yağızlar...
Karla dolar 'İmdat' diyen ağızlar;
Yollar kesen, haraç alan dağlar var.

Bolkarda çamların sakızı damlar...
Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar...
Bir kızıl şehrâyin olur akşamlar...
Tacı olan, tahtı olan dağlar var.

Tüter Sarıçiçek, burcu burcudur,
Akşamlar ya mor, ya turuncudur.
Ve kışın dünyanın öbür ucudur...

Sarkarken Cudinin karları dal dal
Bağdaş kuradursun yollara Karhal!
'Ferman padişahın, dağlar bizimdir;'
Dedi yerde bir kurt, gökte bir kartal.

Dönmez misiniz ey yolda kalanlar;
Yolcular, garipler, garip çobanlar;
Allahüekberde tekbir alanlar?
Ovalar, konaklar, yollar aşırı
Birbirini selamlayan dağlar var.

Dağlar var, batının yangınında kor...
Dağlar var; adları Nemrut, Balahor...
Kayışdağ kim, alemdağ kim oluyor?

Lakin ufukları görünce yoksul
Dağ yerine kubbe yapmış İstanbul;
Kurşun şamdanlarda mumlar fildişi...
Ki pırıltıları sularda pul pul.
 
Arif Nihat Asya
Kağıthane’nin tarihi kült bir esere dönüştü
 600 yıllık Osmanlı saltanatının ‘Lale Devri’ olarak anılan şaşaalı döneminin merkez üssü Sadabad’ın (Kağıthane) tarihi, belediyenin basın danışmanı, tarih araştırmacısı Hüseyın Irmak’ın 2 yıllık emeğiyle dev bir esere dönüştü.Bir zamanlar İstanbul’un en önemli mesire yeri, en gözde ilçesi olan Kağıthane’nin geçmişi ‘Kağıthane Tarih Envanteri’ adıyla kitaplaştırıldı. İlk kez gün yüzüne çıkan, çoğu müzayedelerden toplanmış bini aşkın tarihi fotoğrafın konulduğu, bölge tarihini sıcak takibe alan 784 sayfalık çalışma, yerin altında, üstünde, günümüze ulaşabilmiş ya da ulaşamamış 62 yapı noktasının tüm hikâyesini akıcı bir dille okuyucuya sunuyor. Çalışma sadece tarih araştırmacıları için değil, bölgede bugün ya da ileride yapılacak her türlü mimarlık ve mühendislik çalışması için de altın değerinde bir kaynak kitap.
KAĞITHANE BIYIKLI BALIĞI
- Dünyada sadece Kağıthane Deresi’nde yaşayan ve 1941’de literatüre giren ‘Kağıthane Bıyıklı Balığı’ ve ‘Kağıthane İnci Balığı’ isimli tatlı su balıklarının hikâyesi ‘Sadabad Hasbahçe Mesire Alanı’ bölümünde işlenmiş.
- Varlığı bilinmesine rağmen tanımlama ve kayıt altına alma anlamında yeniden keşfedilen antik mezar odası ‘Antik Mezar Odası ve Mağara Girişi’ bölümünde.
- Kağıthane-Dolmabahçe tünelinin viyadüğünün ayaklarının altında, zamanında hangi tarihsel eserlerin yer aldığını görmek için ‘İmrahor Kasrı’ bölümü şaşırtıcı bilgiler ve görseller sunuyor. Bir zamanlar Kağıthane İETT Otobüs Garajı’nın bögünkü yerinde yükselen Poligon Sarayı’nın tarihi ve görselleri aynı adı taşıyan bölümde.
DEVLETİN OSMANLI TARİHİ ARŞİV BİNASI
- Kağıthane’de yeri tartışılan ve inşası süren Devlet Arşivleri Sitesi’nin, bir başka tarih hazinesinin üzerinde yükseldiğini de kitaptan öğreniyoruz. ‘Kağıthane Harayı Hümayunu’ bölümü dikkat çekici bilgi ve görsel sunuyor.
- İttihat Terakki’nin idama mahkum edilen ünlü tetikçisi Yakup Cemil’in’in nerede kurşuna dizildiğini de Hüseyin Irmak’ın bu çalışmasından öğreniyoruz. Detaylar ‘Poligon Sarayı’ başlıklı bölümde.
- II. Abdülhamid’in nereden tahta çıktığını, hikayesini ve görselleri ‘Atiye Sultan Sarayı’ bölümünden takip etmek mümkün.
- II. Mahmud döneminde imzalanan ünlü Senedi İttifak’ın hikâyesi, görselleri ve imzalandığı yerle ilgili bilgiler ‘Sadabad Sarayı’ bölümünde.
YETİMHANEDEKİ SAFİYE AYLA
- Ünlü ses sanatçısı merhum Safiye Ayla’nın yetimhane günleri ve buradaki yaşamına ait çocukluk fotoğrafları kitabın dikkat çeken bir başka bölümü. Ayla’nın Kağıthane’deki bir yetimhanede çekilen çocukluk fotoğrafı ilk kez bu kitapta gün ışığına çıkıyor. Bilgi ve fotoğraflar ‘Aziziye Camii’ ve ‘Sadabad Sarayı’ bölümlerinde.
- İlk evliliğiyle Kağıthane’ye gelin gelen ÇYDD’nin merhum başkanı Türkan Saylan’ın çocuklarına verdiği ‘Çağlayan’ ve ‘Çınar’ isimlerinin nereden geldiğini görmek için de kitaptaki ‘Anıt Ağaçlar’ bölümüne bakmak gerekiyor.
DEFİNE DEĞİL TARİHSEL HAZİNELERİN HARİTASI
Bu tuğla kitabın tarihçiler ve şehir planlamacıları için kaynak niteliği taşımasının en önemli nedenlerinden biri, Haliç’ten kuzeye doğru vadi boyunca adım adım ilerleyerek ele alınan her örneğin haritadaki yerinin, ada-pafta ve adres bilgilerinin eski-yeni fotoğraflarla beraber yaşadığı macerayı anlatması. Kitap kuru bir tarih anlatımının yerine canlı bir süreç takibi yapıyor. Bini aşkın görsel malzemenin yanısıra kitabı zenginleştiren bir diğer unsur, arazi üzerinden gerçekleştirilen takip hikâyesinin, resmi yazışma örnekleri. ‘Kağıthane Tarih Envanteri’, bir listeleme çalışmasından ziyade kapsamlı bir tarih kitabı niteliği taşıyor.
Kitapta neler yok ki; Osmanlı yazlık sarayları, su mimarisinin özgün örnekleri, köşk ve kasırlar, köprüler, çeşmeler, ayazmalar, köy hayatından enstantaneler, tarihi mesire alanının ekolojik ve sosyal özellikleri, anıtsal ağaçları ve doğal yaşamı, Bizans dönemi eserler, Silahtarağa Elektrik Santrali ile buraya kömür getiren demiryolunun izleri, Kurtuluş Savaşı’na silah sağlayan baruthanenin bugünkü içler acısı hali, su yolları üzerinde bulunan sanat yapılarının hicran dolu öyküsü ve son yirmi yılın canlı tanıklığı. Kağıthane Belediye Başkanı Fazlı Kılıç kitaba yazdığı önsözde, “Bölgemizi artık daha iyi tanıyoruz, dolayısıyla artık daha güçlüyüz” derken, büyük emeklerle bu çalışmayı ortaya çıkaran Hüseyin Irmak giriş yazısında, hızla solan ve yok oluşa doğru sürüklenen tarihin peşinde adım adım nasıl koştuklarını, geçmişi ve günümüzü bir demet halinde geleceğe taşırken, sürekli başvurulacak uzun ömürlü bir kaynak kitabı nasıl hazırladıklarını anlatıyor.
ANADOLUYA KAÇIRILAN SİLAHLAR
- Kurtuluş Savaşı’na silah taşınan merkezin günümüzde yaşadığı beton kuşatması ve bugünkü içler acısı manzarası ‘Kağıthane Baruthanesi’ bölümünde gözler önüne seriliyor.
- Kurtuluş Savaşı’na destek için Kağıthane üzerinden Anadolu’ya kaçırılan silahların taşınma yöntemi ve aracı ile ilgili bilgi ve isimler ‘Kağıthane Demiryolu’ bölümünde yer alıyor.
TUVALET YAPILMAKTAN KURTULUP MÜZEYE DÖNÜŞEN BİNA
Kağıthane Belediyesi, basın danışmanı Hüseyin Irmak öncülüğünde ilçe tarihinin farklı noktalarına ışık tutan 27 kitap çıkardı. 1914-1916’da kurulup, 1952’de sökülen ve unutulan Kağıthane demiryolunun yeniden keşfi anlamına gelen ‘Kağıthane-Kemerburgaz-Ağaçlı-Çiftalan Demiryolu’ kitabı 1999’da yayımlandı. Yerine tuvalet yapılmak üzere yıktırılırken son anda fark edilip İlçe Müzesi’ne dönüştürülen ‘Kağıthane Sıbyan Mektebi’ tarihçesinin derlendiği aynı isimli kitap bir başka ilginç çalışma. Hüseyin Irmak, “Bu çalışmalar, yaşadığımız bölgenin tarihini günümüz kuşakları açısından bilinebilir kılmaya yönelik. Yerel yöneticisinin perspektifini aşıp, tarih ve koruma kurullarının bilgisine katkıda bulunmaya yönelik misyon üstlenen bu kitaplar, bölge mimari çehresinin değişimine doğru müdahalelerin ve restorasyonların kaynağı da oluyor. Birikenler, Kağıthane Açık Hava Müzesi ve Kağıthane Şehir Müzesi’nde üçüncü şahısların hizmetine sunulmuş oldu.” diyor.
 http://www.hurriyet.com.tr/keyif/20634620.asp
 
27 Mayıs 2012

Laleleri yaşatıyor tarihi bitiriyoruz
Bülent Falakaoğlu / Şenay Kumuz
  • Memleketin her köşesinden tarih fışkırıyor da biz o tarihi ne kadar biliyoruz. Burnumuzun dibinde olup da değerini bilmediğimiz için ziyaret etmediğimiz onlarca yer var.
    Çoğumuz, yaşadığımız kentte yabancı turistler gibiyiz. Özellikle yedi tepeli İstanbul’da. Bilmediğimiz, gitmediğimiz, görmediğimiz daha o kadar çok tarihi yer, güzellik ve hoşluk var ki... “Elin adamının”, dünya para harcayarak koşa koşa geldiği, burnumuzun dibindeki güzellikleri biz görmüyoruz bile...
    Tarihi mirasa sahip çıkmak sadece bir turizm unsuru olarak düşünülemez elbette... Geçmişle gelecek arasında köprü kurmanın kaçınılmaz unsurudur tarihsel mirasımız. Geçmiş olmadan bir gelecek kurulumaz çünkü... Ama bize tarihe sadece buzlu camlardan bakmak öğretilmiş!
    Buzlu camların ardından seyrede seyrede gözlerimiz bozulmuş olmalı ki, burnumuzun dibindeki bu engin ve zengin tarihi küçültüle küçültüle kıyılmasını görmemiş, kabullenmişiz! Az da olsa buzlu camları dağıtanlarımız da var olmuş her zaman.
    Buzlu camlara çekiçle vuranlardan biri de Kağıthane Belediyesi Basın Danışmanı Hüseyin Irmak... Irmak, Lale Devri denilen dönemin merkezinde yer alan ve eski İstanbul’un en önemli mesire yeri olan Kağıthane’nin geçmişini Kağıthane Tarih Envanteri isimli kitapta topladı. Bölge tarihini adeta sıcak takibe alarak inceleyen kitap, yerin altında veya üstünde bulunan, günümüze gelmiş ya da gelememiş 62 yapı noktasının tüm hikayesini anlattı. Keyifle okunacak, çok şey öğrenilecek hikayeler...
    NE OLDU DA DEMİR YOLU YOK OLDU?
    Kağıthane ve Alibey derelerinin Haliç’e döküldüğü üçgende 1912 yılında Macar firması tarafından Silahtar Elektrik Santrali kurulur. 1914 itibariyle şehre elektirik vermeye başlayan santral, kömür ile çalışmaktadır. 1. Dünya savaşı koşullarında, savaş halinde olunan İngiltereden santral için ithal edilen kömürün sevkiyatı durur. Karadeniz Ereğlisi’nden kömür taşıyan Şirket-i Hayriye gemileri ise Rus donanması tarafından batırılmaktadır.
    Santralin, gemilerin ve diğer fabrikaların kömürsüz, şehrin elektriksiz kalma riski çözüm tartışmalarını beraberinde getirir. Araştırılır ve Bizans zamanından itibaren varlığı bilinen ama endüstüriyel olarak hiç kullanılmamış olan Ağaçlı ve Çiftalan havzası linyit kömürünün Santralde kullanılabilinir olduğu açığa çıkar. Taş kömürü ile üçte bir oranında karıştırılarak yakıldığında verim alındığı görülür. Ardından orman içinden Karadeniz’e Haliç’ten bir dekovil hattı kurulması kararlaştırılır.
    Resmi adı “Haliç Karadeniz Sahra Hattı”nda kullanılan prefabrik raylar, lokomotif ve vagonlar Tuna Nehri yoluyla Kağıthaneye getirilir. 62 kilometre uzunluğunda bir hat kurulur.
    Şimdi ‘Ne oldu bu demiryoluna?’ diye sormak lazımdır. Sormalıyız ki, ulaşım politikamızı sorgulayabilelim. Bugün yapılan yanlışların karşısına dikilebelim...
    KAĞITHANE BARUTHANESİ
    Osmanlı’nın İstanbul’daki ikinci baruthanesi, II. Beyazıt tarafından Kağıthane’ye kurdurulur. Baruthane ilk kurulduğunda ahşaptır. Fakat yangın ve patlama tehlikelerinin gösterdiği bazı riskler nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman zamanında kargire çevrilip, çatısı da kurşunla kaplanır. Baruthane Sultan İbrahim’in devri sona erdiği 1648 yılına kadar faaldir.
    Baruthane, Kurtuluş savaşı’nda önemli roller üstlenir. Çünkü şehirdeki  en büyük cephane ve silah depolarından biridir. Buradan çok mühimmat taşınmıştır gizlice, Kağıthane demiryolu üzerinden... Demiryolunun ( Haliç-Karadeniz Sahra Hattı) Başlangıç istasyonu Silahtarağa’da Kağıthane Deresi’nin Haliç ile birlleştiği noktadadır ve Baruthane’ye çok yakındır. Demiryolu ile gece sevkiyatı yapılacağı zamanlarda Kağıthane ve Ayazağa karakollarında görevli olan İngiliz ve İtalyan askerleri atlatılmalıydı. Bu sorun da köylerin ileri gelenleri tarafından köyün uygun bir yerinde tertiplenen ve karakol askerlerinin davet edildiği eğlencelerle halledilirdi. Çalgılı çengili eğlencelerde askerler sarhoş edilir, gecenin ilerleyen saatlerinde oluşan denetim boşluğunda tren, Kağıthane Baruthanesi’nden yüklediği mühimmatı Ağaçlı ve Karaburun köylerindeki iskelelere ulaştırırdı. Buradan da mühimmat teknelerle İnebolu’ya gönderilirdi.
    1930’ larda geçirdiği büyük bir yangın ile önemli oranda yok olan baruthaneden geriye kalan binalar ise kaderlerine terk edildi. Günümüzde o baruthanenin olduğu yer Beyoğlu Belediyesi idaresine bağlı Örnektepe mahallesinin içinde yer alıyor. Yakın tarihe kadar da TEKEL tarafından depo olarak kullanılan  binanın sağlam kalan bir bölümü dışındaki arazi ise yine yakın zamana kadar adaklık kurban barınma ve satış yeri olarak kullanıldı. Bu ‘hayırlı’ işlevin ötesinde, ülkenin özgürlüğü için ödenen bedelleri bilebilmek için orada o tarihi yaşatmak çok daha anlamlı olmaz mıydı?
    LİSTE ÇALIŞMASININ ÇOK ÖTESİNDE
    Haliç’ten kuzeye doğru, vadi boyunca adım adım ilerleyen, ele aldığı her örneğin haritadaki yerini, ada-pafta ve adres bilgilerini, eski ve yeni fotoğraflarla beraber yaşadığı macerayı aktaran kitap, kuru bir tarih anlatımının yerine canlı bir sürecin takibini yapıyor.
    Gerek binin üzerindeki görsel malzeme üzerinden, gerekse arazi üzerinden gerçekleştirdiği takip hikayesini, resmi yazışma örnekleriyle zenginleştirerek sayfalarına alan Kağıthane Tarih Envanteri, bir listeleme çalışmasından çok kapsamlı bir tarih kitabı niteliğinde...
    Vaktiyle Kağıthane’de yer alan Osmanlı yazlık saraylarını, su mimarisinin özgün örneklerini, köşk ve kasırları, köprüleri, çeşmeleri, ayazmaları, köy hayatını, mesire alanının ekolojik ve sosyal özelliklerini, anıtsal ağaçları ve doğal yaşamı, Bizans dönemi eserlerini, su yolları üzerinde bulunan sanat yapılarının acıklı öyküsünü sunan kitap; son yirmi yılın canlı tanıklığını da yapıyor.
    İlçe tarihine bilimsel titizlikle ışık tutan Kağıthane Tarih Envanteri, son bölümünde vadinin 2010 halini panoramik fotoğraflar ve bilgilerle sunarken, zengin bir bibliyografya listesi vermeyi de ihmal etmemiş.
    Peki neden bunca emek sorusunun cevabını ise yazarından dinleyelim: İstanbul’da belki de izleri en acımasızca silinen bir ilçenin tarihini derlerken, ne kadar büyük bir aymazlıkla, nasıl kötü bir perspektifsizlikle davranıldığını göstermek, bundan ders alınmasını sağlamak, en azından denemekti. Neredeyse tamamen silinmiş bir tarihin ortaya çıkarılmasının da diğer yerel kurumlara, bilim kuruluşlarına örnek oluşturmasını da istedik. Neler yapılabileceğini göstermek de istedik...”
    Umarız görülür. (İstanbul/EVRENSEL)

    BİR ZAMANLAR YEŞİLÇAM’IN PLÂTOSUYDU!
    Kağıthane’de bir tane bile sinema yok. Oysa 1974’lerde Kağıthane’nin 12 mahallesinde toplam 17 sineması varmış. Bunların 9’u kapalı, 8’i açık sinemaymış.
    Bugün ise Kağıthane’nin 19 mahallesi var ama bir tane bile sineması yok. Eski sinemalar 1980-85 yılları arasında yok olmuş. Sinemaların binaları, iş merkezi, büro binası, otopark ve pasajlara dönüşmüş. Oysa Kağıthane bir zamanlar Yeşilçam’ın platosu gibiymiş. Filmlerin birçoğu Kağıthane’de çekilmiş.
    Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Leblebici Horhor Ağa (1923), Lütfü Akad’ın yönettiği, başrollerini Ayhan Işık ve Gülistan Güzey’in paylaştığı İngiliz Kemal Lawrence’e Karşı (1952), yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, Türkan Şoray’ın oynadığı Yedi Kocalı Hürmüz (1971), yönetmenliğini Ergin Orbey’in yaptığı, Kemal Sunal’ın oynadığı Meraklı Köfteci (1976), Atıf Yılmaz’ın yönettiği ve başrollerini Kadir İnanır ile Hale Soygazi’nin paylaştığı Bir Yudum Sevgi (1984) bu filmlerden bazıları.

    BİR SAFİYE AYLA GEÇTİ BURADAN
    Açılışından itibaren İstanbul Radyosu olmak üzere Türkiye radyolarında sayısız konser veren, beş yüzden fazla plak dolduran, büyük beğeni toplayan sesiyle ünü yurt sınırlarını aşan Safiya Ayla da Kağıthane’nin tarihinde yer alıyor.
    Mısırlı Hicazizade Hafız Abdullah Bey’in kızı olan Safiye Ayla, henüz doğmadan babası hayatını kaybetmiş. Annesini de üç yaşındayken kaybeden sanatçı daha sonra yetimhaneye verilir. Çocukluğu Kağıthane’deki Çağlayan Yetimhanesinde geçmiş Safiye Ayla’nın Sadabad Camii’ndeki fotoğraflarından iki tanesini Kağıthane Tarih Envanteri’nde bulmak mümkün.

    TÜRKAN SAYLAN’IN ÇOCUKLARININ İSİM KAYNAĞI...
    Vaktiyle Sadabad Sarayı’nın önünde bulunan çağlayanlar, ilk evliliğinde Kağıthane’ye gelin gelen Türkan Saylan’ın çocuklarına verdiği isimlerin ilham kaynağıdır.
    Saylan’ın iki çocuğunun adları Çağlayan ve Çınar’dır. Hüseyin Irmak’ın, Kağıthane hakkında Saylan’la yaptığı görüşmede kendisi; çocuklarından birine Cendere Vadisi’nin ucunda bulunan anıt çınar ağacından dolayı “Çınar” ismini verdiğini söyler. O çınar, Cendere Su Terfi İstas-yonu’nun arka bahçesinde bulunuyor ve yaklaşık 700 yıllık olduğu rivayet ediliyor. Sayan ayrıca diğer çocuğuna da Sadabad Sarayı önünde bulunan (Ve günümüze ancak kalıntıları gelebilen) çağlayanlardan ötürü “Çağlayan” ismini verdiğini anlatmış.

    BİR KALINTISI BİLE OLMAYAN SARAY!
    Polgon Sarayı, Almanya’dan satın alınan Mavzer tüfeklerinin denemesi için yapılan atış poligonunun baş tarafına, padişahın talimleri seyredebilmesi, atışı yapabilmesi ve gerektiğinde dinlenebilmesi için 1888-89’da kuruldu.
    İttaki Terakki’nin ünlü tetikçisi Yakup Cemil 11 Eylül 1916 Pazartesi günü 14 Tüfekli bir idam mangası tarafından burada kuşuna dizilir. 1950’lerde binalar ve arazisinin mülkiyeti İstanbul Elektrik Tramvay Tünel İdaresine (İETT) devredilir.
    1954’ün başında burada “Karaağaç Havagazı İdaresi” Gazhane inşaatı başlatılır. İnşaat sırasında yapımcı firma tarafından çekilen fotoğraflarda 1955’e kadar saraya bağlı binaların yerinde durduğu görülmekte. İnşaatın bitiminde (veya  hemen sonrasında) saray ortadan kaldırılır. Alan uzun yıllar havagazı ve kömür İşletmesi olarak bacasından pis dumanlar yayarak 1990’lara kadar gelir. Daha sonra kaldırılan tesisin yeri İETT otobüslerinin garajı olarak kullanılır.
    Günümüze kalan hiçbir mimari izi olmayan sarayın bazı fotoğraf ve kartpostallarının yanı sıra İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde iki adet tablosu bulunuyor.

    SIRA DIŞI BİR BASIN DANIŞMANI
    Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon Bölümü mezunu olan ve Halkla İlişkiler dalındaki yüksek lisansını da aynı okulda yapan Hüseyin Irmak, Tercüman ve Güneş gazetelerindeki muhabirlik dönemlerinin ardından başladığı Kağıthane Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini halen sürdürmektedir.
    Yazarın daha önce yayınlanmış Yaşadığım Kurtuluş ve Dinler Arası Sevda Türküleri adlı iki kitabı bulunmakta...
    Yazar Hüseyin Irmak Kağıthane belediyesin de Çalıştığı süre boyunca Kağıthane Tarihi Envanteri ile birlikte bir çok önemli çalışmaya da imza attı. İstanbul’a gelen iki Tren hattı dışında üçüncü hattın varlığını keşfetti. Hattın yeniden inşası için yapılan çalışmada dayanağı haline geldi.
    Tarihi Kağıthane köyüne ait ilkokul (Yazar Adnan Özyalçıner’in de okuduğu) (Sıbyan Mektebi) binasının, yerine paralı tuvalet yapmak üzere yıktırılmasını son anda önledi.
    İçinde Kağıthane veya Sadabad kelimeleri geçen tüm eski şarkıları derledi ve Kalan Müzik’e “Kağıthane Şarkıları” ismiyle CD-kitap ve kaset olarak yaptırdı.
    evrensel.net - Güncelleme tarihi: 2012-04-29 18:44:43

Eski İstanbul Hayatı OSMANLI İmparatorluğunun merkezi  olan İstanbul, tarihi, değerli eserleri ve tabii güz...